Japonya’nın Osmanlı İmparatorluğu ile teması vardı. Ancak 20. yüzyıl başında Japonya ile İslam arasında başka bağlantılar kuruldu.
1906’da Avrupa’da bir söylenti yayıldı: Japonya bir devlet dini seçmek istiyormuş... Bu kapsamda Müslümanlığa geçmeyi düşünüyorlarmış... Bir Osmanlı heyeti, temas için çağrılmış ve heyet, Japonya yolundaymış...
Japonya’nın otoriter imparatorluk yapısı göz önüne alındığında, söylenti çok da uçuk değildir. Japonya’da, imparator ne derse, o kanundu... Halife olan Osmanlı Sultanı ile Japon İmparatorunun bağlantı kurması, olağandı... 1906’da Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar ve Ortadoğu’ya hakim bir dünya gücüydü. Sultan Abdülhamid ve imparatorluğa yönelik kalkışma ise, henüz dernekleşme aşamasındaydı.
Japonya’nın Müslüman olacağı söylentileri yayıldı, gazetelere düştü. Gerçekte ise Japonya, jeopolitik bir meseleyle uğraşıyordu: 1904-1905’te Rusya ile savaşı Japonya kazanmıştı. Savaş, iki yayılmacı imparatorluğun Çin-Mançurya ve Kore yarımadası üzerindeki hakimiyet savaşıydı. Bir Asya gücü, ilk kez bir Avrupa gücünü yenmişti. Rusya, Avrupa sayılıyordu. Japonya, böylece Rusya’yı bölgede durdurmuş, Doğu Asya’ya hakimiyet yolunu açmıştı. Rusya’nın yenilgisi, Çar’ın iktidarını sarsan ilk darbeyi de 1905 ayaklanmasıyla getirmişti…
Yine 1906’da İngiltere, Dreadnought - Korkusuz adlı dev savaş gemisini denize indirip, hem Almanya’yı korkuttu, hem de dünya denizlerindeki emperyalist mücadele yeni boyuta geçti. Avrupa silahlanmaya başlıyordu. Silahları kullanma fırsatı 1914’te gelecekti.
Japonya’nın Müslümanlığa geçişi- iddiasının doğru olmadığı daha sonra anlaşıldı. Bundan birkaç yıl önce de ‘Japonya’nın Hıristiyanlığa geçeceği’ söylentisi benzer şekilde yayılmıştı. O da doğru değildi. Öte yanda, Amerikalı misyonerler çoktandır Japonya’da faaliyetteydiler, sahada olan biteni daha iyi görüyorlardı.
‘Müslüman Japonya’ iddiasını kim nasıl çıkarttı? Ya da hangi gelişmeler bu iddiayı tetikledi? net değildir. Kasıtlı yanlış bilgi yayma- dezenformasyon o zaman da vardı, dağıtım kanalları kısıtlıydı. Ancak bu söylenti en çok Hıristiyan kiliseleri rahatsız etti. Öte yanda Japonya İslam’a çok da uzak değildi. Daha önce İstanbul ile kurulmuş ve Ertuğrul faciası ile hızlanan temas zaten vardı.
Japonya’nın Müslüman olma aşamasına geldiği iddiası, belki 1905 savaşının bir sonucudur. İslamın büyük düşmanı Rus Çarının ilk kez Asya’da yenilmesi, Müslümanları heyecanlandırmıştı. Balkanlar, Karadeniz ve Kafkasya’da Müslümanların düşmanı olan Çar’a karşı Japonya, bir umut olabilirdi.
Asya’da bir Mütefekkir: Abdürreşid İbrahim
İslamı Japonya’da yaymak için belki bir Osmanlı heyeti 1906’da yola çıkmamıştı, ama bir Müslüman mütefekkir, Abdürreşid İbrahim 1907-1909 arası Japonya’ya giderek, yeni ufuklar açmıştı.
Bu konuda Japon araştırmacılar Prof Komatsu Hisao, Noriko Yamazaki ve Zürih Üniversitesinden Ulrich Brandenburg’un ilginç çalışmaları var.
Kırım Tatar kökenli bir mürşid olan Abdürreşid İbrahim (1877-1944) zamanın Osmanlı çevrelerinde de tanınmış ve saygı görmüş bir alimdir. Mehmet Akif Ersoy, İbrahim’in Japonya mektuplarını yayınlamıştır. İbrahim’in 1911 Trablusarp, 1915’te Sarıkamış cephe gerisinde cihat için faaliyet gösterdiği bilinir. O ara Osmanlı tebasına geçmiştir. 1930’da yeniden Japonya’ya dönmüş, ilk Tokyo Camiinin yapılmasına öncülük etmiştir.
Brandenburg’a göre, İbrahim’in Japonya’ya odaklanması sırasında İslam dünyası Japonya ile ilgiliydi. Bu kapsamda, dönemin Mısır medyasında, Müslüman olmayan coğrafyalarda İslam’ın yayılması konusunda tartışmalar yapılmaktadır.
İbrahim’in faaliyetlerinde, Japonya’nın Asya’daki emelleri, özellikle Çin’i hedeflemesi etkili olmuştur. Japonya, 1905’ten sonra modernleşme, Asya’da güç gösterme ve doğal kaynaklara ulaşma yoluna gitmişti. Yayılmaya kararlıydı ve büyük askeri seferlere hazırlanıyordu. Bu ortamda Abdürreşid İbrahim de jeopolitiği Müslümanlar lehine kullanmayı hedefliyordu, ki dönemin şartlarında çok da aykırı değildir... Aynı süreçte Japonya’nın İslam’a karşı bir tavır almadığını hatırlamak gerekir. İslam coğrafyalarının birliği ve toplulukların buluşmasını hedefleyen ‘Pan-İslam’ akımı Müslümanlar arasında kökleşiyorsa, Japonya’da da ‘Pan-Asya’ akımı vardı. Üstelik Japonya bunu süngüyle yapmaya başlamıştı. Asya Müslümanları açısından bakınca, Rusya’yı yenen Japonya, Asya Müslümanlarının Avrupalı emperyalistlerden kurtuluşunu destekleyebilirdi.
Yamazaki, Abdürreşid İbrahim’in 1930’larda yeniden Japonya’ya dönmesi sırasında Japonya’nın da gözünü Çin’e diktiğini hatırlatır. Çin’de milyonlarca Müslüman yaşamaktadır ve Müslümanların yaşadıkları bölgeler aynı zamanda Kuzeydeki Rusya’ya karşı bir koridor oluşturmaktadır. İbrahim, Çin Müslümanlarına da ulaşmıştır ve Çin Müslümanları ile Japonya arasında bağlantı kurar. Sonraları Japon araştırmacılar Çin Müslümanlarını keşfeder. Japonya, Çin içinde etnik müttefik aramaktadır.
Öte yanda Çin Müslümanlarının tam olarak Japonya ile işbirliği yapmadıkları ve Japon yayılmacılığından çok da fayda sağlamadıkları anlaşılmaktadır. Dış dünyaya kapalı kalmışlardır ve dünya o sıra çok daha hızlı değişmektedir. Genelde de, Müslümanların büyük güç itişmelerinde piyon değil, oyun kurucu olmaları gerekmektedir... Japonya’nın Asya kıtasında yayılma macerası 2. Dünya Savaşıyla sona erir. Abdürreşid İbrahim 1944’te vefat etmiştir. Çin Müslümanları, Uygurlar, halen dünya gündeminde kalmayı sürdürüyor.
Ordudan ve dinden vazgeçerek teslim oldular
ABD Japonya’yı iki atom bombasıyla teslim aldı ve iki şart koştu: Japonya ordusundan ve Şinto dininden vazgeçecekti. Japonya teslim olurken hem ordusundan, hem de dininden vazgeçti.
Teslim anlaşması, Japonya’nın kayıtsız şartsız ABD emir-komutası altına girmesi ilkesine dayanmıştı. Öncelikle ordu dağıtıldı ve Asya kıtasına yayılmış bütün Japon varlığı sona erdi. Japonya’nın artık ordusu olmayacaktı.
Japon sisteminin ‘demokratikleşmesi’ ve batı modelini benimsemesi için, önemli bir sosyal-kültürel engel vardı: Japonya’da resmi Şinto dini, Japon İmparatorunu ‘tanrı’ gibi görmekteydi. Batı, imparatorun varlığına son veremezdi. Ancak imparator dini otorite olarak kalırsa, Japon toplumu değişmezdi. O yüzden İmparatoru sembol olarak bırakıp, Şinto dinini yasakladılar. Şinto ile birlikte, devletin ahlak eğitimi vermesi de yasaklandı. Japonya’nın geleneği ile bağları, Batı modeli demokratikleşme uğruna kopartıldı.
Halen Japonya’da Şinto ve Budizm, ayrı dinler olarak vardır. İki din birbiriyle bağdaşmaz, ancak iki dinin de gereğini yapan çok sayıda Japon vardır. Nikah ve doğum törenleri için Şinto mabetlerine gidilir, cenaze için Budist mabetlerine. Din ve mabetler günlük yaşamın içindedir. Herhangi bir mabede gidip dua eden, ancak moderniteden vazgeçmeyen Japonların sayısı da fazladır.
Günümüzde dünya, 2. Dünya Savaşı kalıplarından çıkıyor. Japonya da bu kalıpları kırıyor. Bölgedeki gelişmeler Japonya’yı silahlanmaya, ordu kurmaya, güç sergilemeye ve milliyetçi politikalar izlemeye yöneltiyor. Bu -Japonya 1930’lara dönecek- anlamına gelmiyor. Ancak köklere dönüş eğilimi, her yerde olduğu gibi Japonya için de geçerli.
Geçen hafta Güney Kore, tatbikat için bir Japon savaş gemisi davet etti ve gemiye ‘Doğan Güneş bayrağını çekmeden gelin’ dedi.
Doğan Güneş bayrağı, 20. yüzyılın başından beri Japon donanmasının sembolü. Savaş sonrası yasaklandı, 1954’te birkaç Japon gemisinin bu bayrağı çekmesine izin verildi... Zaman geçti, Japon donanması büyüdü, bayrağı halen bütün donanma çekiyor ve Kore bu bayrağı kötü hatırlıyor: 1910-1945 arası Kore yarımadasına hakim olan Japonya, bu bayrağı dalgalandırıyordu. Japonya, Kore yarımadasında hala affedilmemiştir.
Peki Güney Kore ‘o bayrağı çekmeden gelin’ dedi de, ne oldu? Japonya tatbikata gitmekten vazgeçti... ‘Çektiğimiz bayrağı indirmeyiz’ dediler.