İlk olarak Irak savaşı günlerinde adını duymuştum. Cumhuriyetçi Senatör Chuck Hagel iktidardaki cumhuriyetçi başkanın gerçekleştirdiği Irak işgaline karşı sert muhalefetiyle sadece benim değil dünya kamuoyunun da dikkatini çekiyordu. “Vietnam muharibi” kimliği de taşıyan bu muhafazakâr cumhuriyetçi siyasetçinin Bush’un dış politikasına karşı yürüttüğü muhalefet Demokratların muhalefetinden çok daha anlamlıydı.
Daha sonra 2008’de yapılacak Başkanlık seçimleri arifesinde adı duyuldu Hagel’in. Cumhuriyetçi Parti’nin aday adayları yarışında o da vardı. O yarıştan erken çekildi. Görev süresi bittiğinde senatörlük için de yeniden aday olmayacağını açıkladı. Sonra Demokrat Obama’nın “partiler üstü” Başkan Yardımcısı adayı olarak adı anıldı. Ama bu da gerçekleşmedi. Haddizatında Obama’nın o günlerde böyle bir şeyi yapacak gücü de yoktu.
Hatırlatalım, Cumhuriyetçi aday McCain’in Başkan Yardımcılığı için zikredilenler arasında da tanıdık bir isim vardı o günlerde: David Petraeus. Hani şu, geçenlerde yasak ilişkisiyle gündeme gelen ve postunu kaybeden eski CIA Başkanı. Sadece mevcut postunu değil, yeni Obama kabinesinde Savunma veya Dışişleri Bakanlıkları için yüksek sayılan şansını da kaybetti. Dahası, bir sonraki dönemin Başkanlık yarışına katılma ihtimali de ortadan kalktı.
Biliyorsunuz, Petraeus ve ardından Susan Rice gibi iki parlak isim devreden çıkınca siyaset ve medya dünyasında Chuck Hagel’in adı etrafında bir kampanya sürdürülmeye başlandı. Çünkü adı hem Dışişleri hem de Savunma Bakanlıkları için geçen adaylar arasındaydı eski cumhuriyetçi siyasetçinin.
Susan Rice’ı veya Davud Petraeus’u harcadıkları gibi harcayamadıkları Hagel’in bakan yapılmaması için BaşkanObama’ya karşı yoğun bir baskı uyguladılar. Ama Obama bunları dinlemedi ve nihayet bakan adayı olarak Hagel’in adını açıkladı. Bunun anlamı görünenden çok daha fazla. Özellikle İsrail’in ve ABD’deki Yahudi lobilerinin şiddetle ve ısrarla karşı çıkmalarına rağmen Obama’nın bu kararında diretmesi hem ikinci döneminde elde etmiş olduğu gücün hem de bazı niyetlerinin göstergesi belki.
Malum, Washington’da Amerikan dış politikasının rasyonel temellerden saptığını ve bu sapmanın temel sebebinin İsrail politikasındaki hatalı tutum olduğunu düşünen “realist” siyasetçiler var. ABD’nin geçmişteki İsrail politikası özellikle Soğuk Savaş döneminin bitmesinin ardından sürdürülemez bulunuyor. Obama ve çevresi de öyle düşünüyor. Ama bu ülkedeki güçlü Yahudi lobileri siyaseti etkileme gücünü ellerinde bulundurduğundan onların istemediği türden bir İsrail politikasını uygulayacak bir siyasi lider bulmak zor oluyor.
Obama ikinci dönem başkanlığı da kazandıktan sonra şimdi hem seçilip seçilmeme endişesi kalmadığı için hem de bu sefer kendi kadrosunu istediği gibi oluşturma imkânına kavuştuğu için bu konuda daha rahat hareket edebilir.
Dışarıdan bakınca bugünlerde tersi doğru gibi görünüyor ama Washington’un geleneksel İsrail politikalarına mesafeli bakanlar daha ziyade cumhuriyetçilerdir aslında. Baba Bush döneminin Dışişleri Bakanı James Baker’ı hatırlayın.
Oğul Bush’un İsrail-Filistin meselesine yaklaşımı da ilk günlerinde “realist”çizgideydi. Ama ne olduysa oldu, 11 Eylül saldırısının ardından neo-con diye adlandırılan İsrail yanlısı bir ekip Washington’da dış politika ve savunma postlarını ele geçirdi.
Neo-con iktidarına karşı cumhuriyetçi partideki en güçlü muhalefeti ise Chuck Hagel seslendiriyordu o günlerde. Hagel’in şimdi Obama kabinesinde yer alma ihtimali en fazla neo-con zümresi bakımından rahatsız edici.
“ABD’nin İsrail’le tarihi ilişkileri Arap ve İslam dünyasıyla ilişkilerimiz pahasına yürütülmek zorunda değil” gibi açıklamaların sahibi olan Hagel’in İran konusu başta olmak üzere neo-con ekibin savunduğu dış politikaya çok ters gelen yaklaşımları var. Bu yüzden Hagel’in bakanlık oylaması bir bakıma ABD’nin Ortadoğu politikalarının da oylanması anlamına gelecek.
Obama’nın kritik Hagel tercihi bu günlerde İsrail ile adı konmamış bir soğuk savaş yaşayan Ankara’yı da memnun etmiş olmalı. Cumhuriyetçi kimliği dolayısıyla Senato oylamasında cumhuriyetçilerden de destek alarak bakanlık koltuğuna oturması beklenen Hagel’in Kıbrıs ve Ermeni meselesi konularında da Türk tezlerini desteklediği hatırlanacak olursa Ankara’daki memnuniyetin derecesi tahmin edilebilir. Ama tabii uluslararası ilişkilerde “dostluk”tan değil, “çıkarların uyumu”ndan söz etmek daha doğru.