Biliyorsunuz Türkiye’de finans çevreleri 2. not artırımını bekliyorlardı. Borsa ve birçok finansal kurum bu beklentiye göre pozisyon almıştı. Özellikle Standard and Poor’s, Fitch ve Moody’s üçlüsünden gelen eleştiri yüklü raporlarda ve not eksiltmelerinde bu kuruluşların gerçekte ‘ne olduğunu, neye hizmet ettiğini’ anlatan yazılar ve demeçler şimdi daha az ama yine de, bu ‘notların’ önemli olup olmadığından bağımsız olarak, not artırımından sonra gelen piyasa durumuna bakmamız gerek. Çünkü bu ‘durum’ bize çok şeyi anlatıyor. Öncelikle iki farklı derecelendirme kurumunun bir ülkeyi ‘yatırım yapılabilir ülke’ olarak teyit etmesinin küresel finans piyasası için önemli olduğunu söylememiz gerekiyor. Bu açıdan not artırımının öncesinde ve sonrasında olan biten oldukça açıklayıcı. Örneğin not artırımından hemen sonra TL’de değer kaybı gözlemledik, borsada da göreli bir geriye gidiş oldu. Bir sermaye çıkışı ve buna bağlı bir ‘düzeltme’ hareketi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu, bizce gelip geçici bir durum değil; yıllardır faiz-kur arbitrajından nemalanmış sermaye çevreleri, Türkiye’den iyice umutlarını kesmiş durumdalar. Yani Türkiye, faiz, enflasyon oranı, işşizlik gibi temel göstergelerde gelişmiş ekonomilerin ortalamasına yaklaştıkça sığ ve vurgunculuğa müsait piyasa (aslında bu piyasa olmayan piyasadır-demokrasi olmayan demokrasi gibi bir şeydir bu) geriye gidecek, bu piyasada at koşturan yapılar Türkiye’den çıkmaya başlayacak ve kısa vadeli sermaye girişleri yerine uzun vadeli sermaye girişleri öne çıkacaktır.
Kararsızlık hali nasıl biter?
Merkez Bankası’ndan İbrahim Burak Kanlı’nın yaptığı bir çalışma, 2. not artırımı öncesi ve sonrasını gelişmekte olan ülkeler bazında ele alıyor: ‘1990-2012 yılları arasında en az iki derecelendirme kuruluşu tarafından yatırım yapılabilir seviyesine terfi ettirilen ülkelerde, not artırımı öncesi, beklentiye bağlı olarak, tahvil ve hisse senedi piyasalarında portföy akımlarının hızlandığı gözlemlenmekte ancak not artırımından sonra portföy akımlarında gözle görülür bir yavaşlama söz konusu olmaktadır.’ Çalışmada ele alınan ülkeler Doğu Avrupa, Asya ve Latin Amerika ülkeleri olduğundan bunların küresel sermaye akımlarını kullanma becerileri tabii çok farklı. Ancak G.Kore gibi bu becerisi yüksek ülkelerde, not artırımı zaten bir sonuç ve bu ülkeler faiz-kur arbitrajı ve borsa manipülasyonlarına bağlı kısa vadeli girişlerle beslenme çevriminden çoktan çıkmış oluyorlar. Şimdi Türkiye’de de aynı sürece girdik ve ilk önce oldukça sallantılı bir kısa dönem yaşayacağız. Ancak Türkiye’ye reel alanlarda hızlı Doğrudan Yabancı Sermaye girişleri başlayınca bu kararsızlık hali de bitecek.
Önemli bir soru
Şu anda Türkiye, İspanya, Uruguay, Kolombiya, Endonezya gibi ülkelerle aynı duruma geldi. Ama burada ilginç olan, Latin Amerika ve Asya ülkelerinin çoğu ile bu aynılaşmayı, onların bizden önce yukarı çıkması ile İspanya gibi Avrupa ülkeleri ile de bu ülkelerin bizden önce aşağıya düşmesi ile yakalamış olmamız. Yani Asya’nın önemli bir bölümü Türkiye’nin bulunduğu şu andaki yeri çok önce yakalamış. Bu gerçeği zaten, çoğu zaman oldukça aldatıcı olan ‘not’ seviyesine bağlı olarak da gözlemlemiyorduk. Başta G. Kore olmak üzere birçok gelişmekte olan Asya ülkesinin sanayide ve teknolojide bizim çok ilerimizde olduğu herkesin malumu.
Öte yandan İspanya gibi Avrupa için merkez sayılabilecek bir ülkenin de geriye giderek ‘bizim lige’ geldiğini görüyoruz. Şimdi şu soruyu sormamız lazım; Türkiye, bundan sonra gelişmekte olan Asya ile arasındaki teknoloji ve sanayi üretimi açığını kapatmak için bu alanlarda göreli olarak daha hızlı büyüyecek mi? Bu soruyu bir başka biçimde şöyle de sorabiliriz; Avrupa, krizi aştıktan sonra düştüğü ligten hızla çıkarak yine bize fark atacak mı? Bu iki soruyu aslında yukarıda yanıtladık. Yani Türkiye, uzun vadeli Doğrudan Yabancı Yatırımları istikrarlı bir biçimde çekerse o zaman lig atlamış sayılır. Şimdi yalnız play-off dayız.
2014’te kaza olmaması lazım
Tabii istikrar deyince ekonomik istikrarın ilk şartının ve temelinin demokrasi ile donanmış bir siyasi istikrar olduğunu söylememiz gerekiyor. Türkiye, belli ki, 2014 yılında çok önemli seçim süreçlerinden ve buna bağlı bir siyasi yenilenmeden de geçecek. Şunu açıkca söyleyelim; burada bir kaza olmaması gerekiyor. Hatta burada kaza olmayacağını tüm dünyanın da bilmesi gerekiyor.
2014’ten başlamak üzere Türkiye’ye enerji, eğitim, yüksek teknolojiyi içeren tüm sanayi ve bilişim alanlarında Doğrudan Yabancı Yatırımlar gelecek. Bunun için bugünlerde yalnız enerji ve teknoloji yoğun alanlardaki açıklamalara bakmamız yeterli. Türkiye’den de inşaat, perakende, makine sanayi, eğitim alanları ağırlıklı olmak üzere dışarıya sermaye yatırımları olacak. Yine Türkiye’nin güneydoğusu, Suriye ile olan sınır bölgeleri en çok yatırım alan alanlar olmaya aday. İşte bütün bunlardan dolayı, bu büyük ve artık görünen değişimi omuzlayacak siyasi yapıda eski Türkiye’nin izinin bile olmaması gerekiyor.