Bazı karşılaşmalar hediyedir göklerden...
Üstad Hasan Aycın beyefendi, nam-ı diğer ‘çizgizar’ usta ile karşılaştık. İz Yayıncılık’ta. Yeşil renkli bir abajur altında kağıt kalem çizgilerine dalmış, uğraşıyordu. Raflarda intizamlı bir şekilde sıralanmış kitaplar, ileride açık duran bir seccade, ama asıl ilgimi çekense, geçen hafta Zeytinburnu Kültür Merkezi’nde seyrettiğimiz eserleri, çerçeveler içinde üst üste dizilmiş hatta yığılmış, sanki bir define sandığı açılmış ta, ortalığa saçılmış mücevherler... Çocukça bir safiyetle, “Biri benim olsun mu” dedim. Güneş gibi çın çın parlayan siması mütebessim; “Seç birini bakalım...” dedi.
***
Onun çizgilerindeki duruluk, açıklık ve harfsiz, sedasız hakikat beni hep altüst etmiştir. Nedense bana Allah’ı hatırlatır, bu dünyanın ölümlülüğünü, abartısız, hatta şok edici hakikati. Bu ağır bir şeydir. Dağlarda yankılanan bir avaz gibi... Hasan Aycın’ın çizgisi, onun Allah’a yakarışı gibidir, Yunus’un şeyhine odun toplarken asla eğri dallara yönelmeyişi gibi, çizgisi onun yaslandığı asası gibidir...
Şiirde İsmet Özel, nasıl kendine mahsus ve taklit edilemez bir tarzın sahibiyse, Hasan Aycın da çizgide kendine has ve kendi özgünlüğünde tek başına yürüyen bir tarza sahiptir. Aycın’ın çizgisi, varoluşun, varlığı sezme tecrübesidir diye düşünürüm her zaman. Bir körün seslerden yola çıkarak görmediği dünyayı sezmeye çalışması gibidir, insanın, kendi derin benliğinden kainata uzanan harmoninin sesini işitebilmesi. Ben onun arı duru çizgisinde, insanda alem gizlidir mesajını da okurum.
Üstadın çizgi sanatı hakkında kaleme alınmış önemli eserler var. Zikretmek isterim ki; gençlerimiz görme bahçesinde gezinirken bu eserleri okuyarak modern zamanlarda İslam sanatı hakkında değerli ve zorlu bir tecrübeye tanıklık etsinler. Cemal Şakar’ın “Hasan Aycın’ın Çizgisi”, Ömer Lekesiz’in “Çizgi Sanatında Dil ve Mesaj”, Mete Çamdereli’nin, “Çizgiyi Okumak; Hasan Aycın Çizgilerinde Görselin İnşası” adlı eserler çizgi, resim hatta sinema meraklısı gençlerin başucu kitapları olmalı derim. Zeytinburnu’ndaki Hasan Aycın oturumunda konuşanlar arasında yönetmen Murat Pay da vardı. Kendisini onur duyarak dinledik. Mütevazi, çalışkan, sabırlı, müeddep, hikmetin peşinde koşan bir genç. Ve yaptığı film, ‘dilsiz’ muhakkak seyredilmesi gereken çağdaş Türk sineması örneği. Murat Pay, Hasan Aycın’dan aldığı o güzel ışığı anlattı bize. Demek çizgiden sinemaya giden bir yol dili vardı ve bu dil, hikmetin diliydi.
Hasan Aycın’ı güçlü nesirleri, roman ve uzun hikayeleri ile de tanıyoruz. Özellikle ‘Sahipkıran’ adlı sinematografik eserini ne okuyalım diye soran tüm gençlere tavsiye ederim. Tüm bunların yanı sıra, Hasan Aycın’ın, ‘ağabey’lik vasfını da es geçmeden ifade etmeliyiz. O, ömrünü gençlerin yetişmesine adamış bir vakıf ağabeydir.
***
Çizgileri arasında kendime, ‘gözler’ adını verdiğim bir tabloyu seçtim. Hepsi kapanmış, ya uyuyor yahut görmüyor, o çeşit çeşit kapalı gözlerin ortasında, ağlayan bir çift göz... Kalabalığın içindeki yalnızlığımız. Herkesin sırt çevirdiği o büyük yalnızlık. Hasan Aycın şu beyiti okudu; “Sanma ol sürh-i seher, mihr-i felektir görünen. Her şafak hun-ı Hüseyn ile güneş kan ağlar”... Sonra ikimiz de ağladık. Müslümanın kalbi hüzünlüdür diye yazdım not defterime...
Edebiyat ve yayım dünyasının saygın isimlerinden Hamdi Akyol beyefendi, tabloyu alıp çıktığımı görünce “Hımm.. Vurgun var” dedi gülümseyerek. Yazının başlığını ondan ödünç aldım. Hz. Hüseyin’in şehadetine tanık olmuş bir dünya, göğsünden vurulmuş bir dünya değil midir...