Margaretha Von Trotta’nın merakla beklenen filmi “Hannah Arendt”ı Bari Uluslararası Film Festivali - Bifest kapsamında izledim. Hemen her filmiyle 20. yüzyılın siyasi tarihinde önemli bir döneme değinen ve o döneme damgasını vuran kadınları anlatan Von Trotta ve filmde Arendt’ı canlandıran Barbara Sukowa, Petruzelli Tiyatrosu’ndaki 1200 koltuğun tamamının dolduğu galaya katıldı. Daha önce İstanbul’da Giorgio Strehler’in Milano’daki ünlü Piccolo Teatro’sunun Yağmurla Gelen Kadın prodüksiyonunda izleme mutluluğuna eriştiğimiz Sukowa İstanbul Film Festivali’ne de konuk olacağı müjdesini verdi, gala ertesinde.
Usta sinemacı Von Trotta, hem kültürel yakınlığı hem tarihe yön veren kadınları anlatmadaki deneyimiyle Hannah Arendt’ın hayatındaki en tartışmalı dönemi ele almak için doğru yönetmen gibi geliyor bana. Film de bu olasılığı doğrular nitelikte: Nazi Almanyasından kaçıp Alman şair kocasıyla birlikte ABD’ye yerleşen Yahudi / varoluşçu siyaset bilimci Arendt’ın kimliğini, aidiyetini, cinsiyetini, felsefi ve siyasi görüşlerini ve bunları şekillendiren olayları ve kişileri anlamak ve aktarmak, sanırım güçlü bir Alman kadın yönetmenin harcıdır!
Film, Yahudi soykırımının baş aktörlerinden biri, Hitler’in sağ kolu Himmler’den sonra gelen ikinci sıradaki “nihai çözüm” mimarı olan Adolf Eichmann’ın yakalanmasıyla başlıyor. Arjantin’de yakalanıp yargılanmak üzere İsrail’e götürülünce Hannah Arendt, mahkemeyi (1960 - 62) The New Yorker dergisine yazmak için gönüllü oluyor. Fakat Eichmann üzerine gözlemlerinden kaynaklanan fikirleri yayımlan fikirleri kızılca kıyamet koparıyor...
Arendt’ın bir kitaba da dönüştürülen yazılarında Eichmann’ı bir bürokrat olarak görmesi, onu hiç de antisemit bulmayışı, Nazilere kolayca boyun eğen bazı Yahudi liderlerin tutumunu da eleştirmesi sadece Siyonistleri değil entelektüel çevreleri de çok kızdırmıştı. Arendt’in Eichmann’ın hal ve tavrından, görevine körü körüne bağlılığından yola çıkarak “kötülüğün sıradanlığı” üzerine yazdıkları olumsuz yorumlanmıştı. Yahudi liderler üzerine suçlayıcı ifadeleri de eklenince Arendt antisemit, kendinden nefret eden bir Yahudi olarak görülmüş ve hakkında kitaplar bile yazılmıştı!
***
Von Trotta, işte böyle çalkantılı bir dönemden, kocasıyla, hocası ve sevgilisi olan, Nazi partisi üyesi varoluşçu filozof Martin Heidegger ile yakın arkadaşı yazar Mary McCarthy, hatta sekreteri Lotte ile ilişkileri dahil özel hayatına dair ayrıntıları da eksik etmeden dört başı mamur bir Arendt portresi çıkardı.
Uzun ve hızlı icra edilen diyalogları büyük ölçüde Almanca, kısmen İngilizce ve İbranice olduğu için görüntüden çok altyazıdan takip edilmesi gereken bir film “Hannah Arendt”. Üstelik 130 dakika. Sürenin nasıl geçtiğini anlamadığınız gibi hızlı okuma yapmış gibi de hissediyorsunuz kendinizi. Üstelik film bir yandan Arendt’ın “Totalitarizmin Kaynakları” adlı eserini bir yandan da Martin Heidegger’in felsefesini hatırlamamızı talep ediyor, tabii biliyorsak. “Hannah Arendt”tan ilgili kitapları yeniden ya da bir daha okuma kararıyla çıkacaksınız sinemadan, kurtuluş yok!
Kant, Nietzsche, Heidegger, Arendt ve başka nice düşünürü anlamak ve yargılamak bana kalırsa fazlasıyla büyük bir iddiadır. Özellikle siyasi ahlakçılık yaparak. Genellikle onların derinliğinin yaşadıkları çelişkilerden, bunları düşünerek ve yazarak kavramaya çalışmaktan kaynaklandığını görmezden gelip onlara bazı sıfatlar (işbirlikçi, dönek, ırkçı, dinci vs.) yapıştırmak çok kolaydır. Çok da gürültü çıkarır. Fakat aradan zaman geçince bakarsınız ki o yerden yere vuranlar, makaleler, kitaplar yazanlar unutulmuş gitmiş suçladıkları düşünürler ve düşünceleri kalmış.
“Hannah Arendt”ı kaçırmayın, sizi çok düşündürtecek.