Bugün bir Fransız filozofundan bahis açacağım hiç aklıma gelmezdi ama değinmezsem içimde kalır, Hüt Dağı gibi şişerim.
Efen’im, François Marie Arouet (Fransuva Mari Arue) yâhut daha bilinen takma adıyla Voltaire (1694-1778) olağanüstü bir yazar, mâlûm. O kadar ki yaşadığı 18. Yüzyıl’a Fransızlar çoğu kez “le Siècle de Voltaire”(Voltaire Asrı) bile derler. Günümüzde de hâlâ önemsenen ve okunan bir altın beyin.
Değerli meslekdaşımız Yonca Tokbaş dünki köşesinde ondan bir alıntı yapmış.
Voltaire diyormuş ki (şimdi sıkı durun!) “I do not agree whith what you have to say, but I’ll defend to the death your right to say it.”
Anlaşıldı mı?
Beni rahatda dinleyin!
Yâni diyesi ki “Senin söylediklerinle mutâbık değilim ama bunları söyleme hakkını daölümüne savunurum.”
İyi de bunu doğrudan Türkçe yazmak dururken önce gâvurcasını yazıp sonra çevirmek neyin nesi oluyor, biiiir!
İkincisi, mâdem gâvurcasını yazacaksın, Voltaire’e İngilizce konuşturmak hangi aklın eseri?
Evet, Voltaire gerçi mükemmel İtalyanca ve İngilizce de bilirdi ama sen İngilizce bildiğini ve bu lakırdıyı da İngilizce bir metinden aldığını okuyucuna ihsâs edeceksin diye böyle bir saçmalığa tevessül etmenin âlemi ne?
İlle gâvurca olacak diyor idiysen Voltaire’in söylediği gibi Fransızcasını vermem gerekmez mi idi, a Mübârek?
Bana hep soruyorlar niye mütemâdiyen canın sıkılıyor diye.
İşte bunlara sıkılıyor!
Övünmenin de bir yolu yordamı vardır, n’est-pas? Ay pardon, isn’t it?
Mâdem Voltaire’den açdık ondan bir anekdotla devâm edelim:
XV. Louis (1710-1774) fevkalâde müsrif bir Kıraldı. En büyük masraf fasıllarından biri de, Saray’a doldurduğu yüzlerce tûfeylî zâdegân için harcadığı kürekler dolusu paraydı. Bir gün artık borç gırtlağı aşıp kulak hizâsını da geçince yanında bulunan bizim
Filozofa dönerek “Monsieur de Voltaire, demiş, artık canıma tak etdi. Borçlarımı ödemek için has ahırımdaki cins atları satacağım.”
Voltaire’in cevâbı:
“Haşmetmeâb, ahırdaki atlar kalsın. Siz Saray’daki eşekleri uzaklaştırın yeter.”
Fakat bu Herîf-i Nâ-Şerîf’i fazla da sevmemek bence iyi olur. Çünki iflâh kabûl etmez bir Türk düşmanıydı.
Türkiye, saldırgan ve edebsizce politikası yüzünden, yüzde yüz haklı olarak 1768’de Rusya’ya harb îlân edip de başbelâsı eşkıyâ gürûhu Yeniçerilerin savaşmakdan korkup kaçmaları yüzünden mağlûbiyete uğramaya başlayınca Voltaire’in sevinçden bir masaya çıkıp göbek atmadığı kalıyordu.
30 Ekim 1769 târihli mektubunda, çok samîmî dost olduğu Çariçe Katarina’ya şöyle yazmışdır:
“Emperyal Majesteleri, Türkleri öldürmekle bana hayat vermekdesiniz!”
Ama aynı Voltaire Türkler hakkında şunları da yazmışdır:
“Türklerin sanatı kumandanlıkdır.”
“Türkler, yenilebilse de boyunduruk altına alınamayan döğüşken bir milletdir.”
“Türkler; konuksever, hoşgörülü ve zannımızdan ziyâde sözlerine sâdıkdır.”
Buyrun, buradan yakın!
Not: Yonca Tokbaş Hemşîremiz sâyesinde bayağı iyi bir yazı oldu. Kendisine şükranlarımı sunarım.