Arthouse filmlerimiz dünya klasmanında ama sektörün karnını gişe filmleri doyuruyor. Popüler filmler ise sadece Kaliforniyalı Türkler hakkında! Sanki Universal stüdyolarında yaratılmış, New Yorkvari bir İstanbul’u romantize ediyorlar!
Türkiye'de ‘Bu sene 15-16 film yapıldı’ diye sevindiğimiz günlerden ‘Vizyona 80 film girdi’ diye gözlerimizi devirdiğimiz günlere geldik... Bir görüşe göre sakin sahil kasabasına akın edip sükuneti bozan kentlilere döndü sinemamız: Kalabalık ettiler! Bir başka görüşe göre nüfusu yetmiş milyonun üstünde bir ülkede yeterli sayıda salon açılsa ve korsan yayıncılık önlense biz de Fransa misali izleyici sayımızı nüfusun üç katına çıkarabiliriz. Yerli filmler de yabancı filmlerden fazla gişe yaptığını göre daha çok yer var!
Nicelik-nitelik dengesini ise henüz tutturamadık. Arthouse filmlerimiz (sanat filmi) dünya klasmanında ama yeterli derecede gişe geliri elde edemiyor. Popüler filmlerimizde ise bir türlü sinema sanatının hakkıyla icra edildiğini göremiyoruz. Arthouse filmlerimiz sayesinde gururumuz okşanıyor, dünya çapında itibar görüyoruz. Gişe hitlerimiz sayesinde dükkan dönüyor, sektörün karnı doyuyor.
DIŞI SENİ YAKAR İÇİ BENİ
Kimlik sorunu ise her iki kanatta da mevcut: Arthouse filmlerin çoğunluğuna bakan bütün Türkiye’nin taşradan ibaret olduğunu sanır. İyi niyetle ele alırsak Çehov benzetmesi kötü niyetle ele alırsak ‘Haydi gel köyümüze geri dönelim’ halet-i ruhiyesi... Popüler filmler ise sadece Kaliforniyalı Türkler hakkında! Sanki Universal stüdyolarında yaratılmış bir Türkiye seti var da oradan çıkmadan New Yorkvari bir İstanbul’u romantize ediyorlar! Evler, sokaklar, barlar, plajlar, genizden konuşan güzel kişiler, ettikleri boyundan büyük laflar, mizah anlayışı topyekun Hollywood taklidi. Dönüş sinemasıyla kaçış sineması şeritlerinde trafik hızla akıyor aradaki refüje de birkaç bitki dikilse iyi olacak!
Aslında bu son 20 yılda gelinen nokta... 30 yıl öncesine gitsek “Türk sineması öldü mü?” diye tartışmalar yapılan, sinema salonlarının kapılarının yerli yapımlara kapandığı günlere döneriz! Yıl sonuna dek seksenden fazla film izlemiş olacağız. Üstelik kopya başına izleyici sayısı açısından gayet de iyi performans gösteriyorlar. Türkçede güzel bir deyim vardır: Dışı seni yakar içe beni! ‘Neden?’ derseniz: Gişe gelirlerini hesaba kattığımızda da ilk sırayı kimseye bırakmayacak CM101MMXI Fundamentals örneğin bir sahne şovunun sinema versiyonu. Korsana rağmen! Ama adını ancak kopyalayıp yapıştırdığım bu kayıt bir sinema filmi değil...
YA GÜLDÜRÜYOR YA AĞLATIYOR
Arkasından gelen sekiz yerli yapımın yedisinde de sinematik bir yaklaşım değil komedyen faktörü baskın: İkinci sıradaki Celal ile Ceren demek gişe canavarı Recep İvedik ile özdeşleşen Şahan Gökbakar filmi demek. Bir sonraki sırada ağdalı bir melodram filmi olan Kelebeğin Rüyası standart üstü bir yapım ama Yılmaz Erdoğan’ın imzasını taşıdığı için bu kadar ilgi gördü. Dördüncü sırayı Selam dolduruyor. Onun müşterisi apayrı... Sonra liste aynı nitelikte devam ediyor: Romantik Komedi 2, Demet Akbağ ve Sermiyan Midyat’ın varlığıyla aynı yıl vizyona çıkabilen Hükümet Kadın ve Hükümet Kadın 2 beşinci ve yedinci sıralarda yer alıyor. İkisinin arasına komedyen ve ünlü bir başka erkeğin, Uğur Yücel’in Benim Dünyam’ı giriyor. Gişesi olan nadir yönetmenlerden Çağan Irmak Tamam mıyız? ile bu hafta vizyona giren Bu İşte Bir Yalnızlık Var romantik komedi türünde olması itibariyle belki ilk sıralara yükselir.
Bu filmlerde televizyon dizilerinin sevilen güzelleri ve yakışıklıları rol alınca izleyicinin içini rahatlıyor: Mazallah entel mentel bir film çıkar da canları sıkılır, diye korkmuyor, bilet parasına kıyıyorlar. Türkiye’de geniş kitlenin sinemadan tek anladığı ya katıla katıla güldüren ya da hüngür hüngür ağlatan filmler. Olsun da adalet duygusu bu kadar zedelenmiş, tarihiyle yüzleşmekten kaçınan, statükoculuğu devrimcilik, konformizmi değişim sanacak kadar kavram karışıklığının bulunduğu bir toplumda gerçeklikten nereye kadar kaçılabilir ki? 80 küsur filmin anlamlı bir toplam olması için nitelik ve nicelik dengesine ihtiyacımız ver. Tıpkı bir filmin biçim ve içerik dengesine sahip olması gerektiği gibi...