Star gazetesindeki yazı günlerim ve benden kaynaklanan bir aksaklık nedeniyle Sayın Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta sonu açıkladığı vizyon belgesi hakkındaki görüşlerimi yazmakta geciktim ama bazı konuları yazmayı kendi adıma zorunlu görüyorum.
Yazıma başlarken vizyon belgesinin bütünü hakkında görüşlerimin olumlu olduğunu belirtmek istiyorum ancak bir öğretim üyesinin, bir köşe yazarının asli görevinin de eleştirmek, eksik ya da hatalı gördüğü yerleri vurgulamak olduğu açık, aksi bana biraz tuhaf geliyor.
Sayın Erdoğan vizyon belgesinin sunuşunu, giriş bölümü dışında, dört nokta üzerinde kurguladı: Demokratikleşme, refah artışı, şehirleşme ve uluslararası ilişkiler.
Bu dört noktanın temel çizgiler olarak seçilişi de önemli ve olumlu, Türkiye’nin temel sorunlarını çok iyi özetliyor.
Ancak, bu dört mesele de, aslında birbirlerine çok bağlı meseleler ve üzerinde daha ziyade durmak istediğim nokta bu dört konunun tümünün ilk maddeye yani demokratikleşmeye bağlı meseleler olduğu.
Demokratikleşmeden de benim anladığım hukukun üstünlüğü konusunu ama evrensel hukukun üstünlüğünü tüm kurumları ve kurallarıyla ülkemizde EKSİKSİZ, NOKSANSIZ, TAVİZSİZ bir biçimde yerleştirmek.
Evrensel hukukun ve demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşemediği bir ülkede kalıcı refah artışı da, şehirleşmenin daha nitelikli hale gelmesi de uluslararası ilişkilerde öne çıkabilmenin de olanaksızlığı ortada.
Şunu iyi görmemiz, iyi anlamamız şart, büyüme hukukun değil, hukuk büyümenin çekici gücü, lokomotifi artık.
Önümüzdeki dönemde ABD Merkez Bankası faizleri yükseltir, para bolluğuna bir nokta koyar ise, Türkiye’nin büyümesi için evrensel hukukun ülkemizde önemi daha da yükselecek, kaynak darlığı ancak hukukun üstünlüğü sayesinde ülkemize yatırım yapacak sermaye ile aşılabilecek, bu somut konuya döneceğim.
Böyle bir vizyon belgesinin sunumunda artık bir parça da daha somut kurumsal, anayasal konulara da değinmek gerekiyor galiba, aşağıda vereceğim örnek hem sunuşta en beğendiğim ama aynı ölçüde de kurumsal olarak en eksik gördüğüm nokta idi.
Sayın Erdoğan’ın açıkladığı belgede en önemli nokta muhtemelen din-devlet ilişkilerinin normal bir ülkede sivil ilişkilere dayalı olması gerektiği konusuna yapılan vurgu idi.
Devletin din, dini kurumlar, cemaatler, dini eğitim üzerindeki baskısının, denetimimin, evrensel kamu düzeni kaygıları dışında kaldırılması gerektiği vurgusu benim bir öğretim üyesi olarak Sayın Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa en çok izleyeceğim konu olacak.
Benim şahsi görüşüm de din-devlet ilişkilerinin mevcut biçimiyle sürdüğü bir Türkiye’nin yeni Türkiye olarak adlandırılmasının zorluğu hatta imkansızlığı.
Ancak, bu söylemde temel eksiklik bu önemli çıkışın altının kurumsal vurgularla desteklenmemiş olması.
Din-devlet ilişkileri daha demokratik bir çizgiye gelecek ise, bu hedef çok önemli ve çok olumlu, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Tevhid-i Tedrisat kurumunun, anayasal temellerinden başlayarak gözden geçirilmesi.
Türkiye artık çok değişti, cumhurbaşkanlığı sürecinde her aday demokrasi ve hukuk devleti hedeflerini öne çıkarıyor, artık önemli olan bu hedeflerin kurumsal, anayasal değişim biçimlerine SOMUT, ANAYASAL, YASAL MADDELER bazında vurgu yapmak.
Vizyon belgesi sunuşu hakkında söylemek istediğim son konu, çok önemli ve olumlu bulduğum söylemin inandırıcılığının arttırılması için Hrant Dink cinayetinin devlet içi uzantıları, Uludere faciası, Benzer davası gibi konularda çok özenli bir fayda-maliyet analizi yapmanın önemi ve bu konuların karanlıkta kalması durumunun yeni Türkiye imajına zarar vereceğinin görülmesi.
Uludere olayında son sözleri askeri savcı ve Hava Kuvvetleri mahkemesi söyledi (kaçınılmaz kaza!!!!!), bunu da unutmayalım, işin özeti bu galiba.