Bizim köye elektrik geçen yüzyılın seksenli yıllarında bağlandı. İnsanların heyecanı, mutluluğu anlatılır gibi değildi. Şehirliler gibi televizyon izleyecek, pantolonlarını, gömleklerini ütüleyecek, atadan kalma yöntemlerle yaptıkları birçok işlerini elektrikli aletlerle yapacaklardı. Kim bilir belki ineklerin sütünü de makine ile sağacaklardı. Nitekim durumları müsait olanlar peyderpey bu tür aletleri almaya başladılar. Bir gün birinin televizyon aldığı haberi elektrik hızıyla yayılırdı köyde. Sonra başkaları onu izlerdi. Başka bir gün çamaşır makinası, bulaşık makinası veya ütü alındığına dair haberler yayılırdı. Teknolojinin hızına yetişmek mümkün değildi. Tam siyah-beyaz televizyonlara alışmışken Bekir amcanın renkli televizyon aldığı haberi duyuldu. Dışarıdaki renkli dünyanın hızı baş döndürücüydü. Nitekim renkli televizyonlarla birlikti günlük muhabbetlerin arasında artık "Dallas" entrikaları da yerini almıştı. Biraz kurnaz olanlara "ne olacak Ceyar gibi adam" dediklerini bile duymuştum. Alicengiz falan tarih olmuşlardı. Ama bir sorun vardı. Ağız tadını bozacak, huzuru kaçıracak cinsten. Bütün köyün elektriğinin bağlı olduğu trafonun sigortası ikide birde atıyordu. Köylüler illallah etmişlerdi. Mesela Galatasaray-Fenerbahçe maçının tam ortasında elektrik kesilir ve herkes muhtara koşardı, sigortayı yapması için. O da sigortayı yapana kadar maç zaten bitmiş olurdu. Bir gün köylünün biri ütü satın almış ve biraz da hava atmak için ütüsünü minibüste köylülere gösterme gafletinde bulunmuştu. Akşam dünya kupasında Brezilya'nın maçı vardı ve maçın başlamasından birkaç dakika sonra sigorta attı. Köylüler bu sefer muhtarın evine doğru koşmadılar. Doğrudan ütü sahibinin kapısına dayandılar. Adama demediklerini bırakmadılar. Adam neye uğradığını şaşırmıştı. Elektrik işlerinden biraz anlayan bir köylümüz vardı. Köyde olduğu zamanlarda sigortayı yapma işi ona düşerdi. Tabi ben bir süre sonra İstanbul'a taşındım. Ama sünnet çağına gelmiş çocukları köyde sünnet ettirmeye karar verdik ve köye gittik. Tanıdığım sünnetçi bir dostumu ve çocukların kirvesi olacak birkaç arkadaşı alıp köye vardık. Sünnetçi, son derece modern elektrikli, galiba lazerli aletlerle sünnet yapmaya başladı. Tam başlamıştı ki pat diye elektrik gitti. Koştum elektrikten anlayan köylümüze. Beraber trafoya gittik. Sigortayı tamir ederken ağzının bir tarafında tuttuğu sigarası düşmesin diye dudaklarını yarım yamalak açarak konuşuyordu. Bir filozof edasıyla "Kablolar zayıf. Fazla yüklenince sigorta atıyor. Bu köye daha güçlü akımı kaldıracak kabloların döşenmesi lazım" demiş, sonra da bunun bir ham hayal olduğunu anlatmak istercesine sigarasında derin bir nefes almıştı. O gece birkaç kere daha sigorta attı ve çocukların sünneti bitene kadar akla karayı seçmiştik. Şimdi durum nedir, köylülerin sigortası hala atıyor mu, bilmiyorum.
Bu ülkede Cumhuriyetin ilanı da böyle bir heyecan yaratmıştı ülkemizde. Muasır dünyada olan her şey bizde de olacaktı. Tarım, sanayi, eğitim...her şey modern yöntemlerle yapılacaktı. Gün gelecek başımız çağdaş medeniyet seviyesinin tavanına değecekti. Hakikaten özellikle batı medeniyetinin ürettiği değerlere (!) sahip olmak için her şeyi değiştirme seferberliği başlatmıştık. Kıyafetimizden tutun harflerimize kadar bütün eskilerimizi (!) atmıştık. Batıdaki herhangi bir gelişme, sabahında bizde olurdu. O kadar güveniyorduk ki, filtre falan hak getire. Tabi bizim köyün tutmayan sigortası gibi memleketin de sigortası ikide birde atıyordu. On yılda bir darbeler, beş yılda bir ekonomik krizler, üç yılda bir sosyal patlamalar seksen doksan yıllık rutinimiz haline gelmişti.
Bizim köyün durumunu bilmiyorum ama ülkemizde sigortalar hala tutmuyor. On dokuzuncu yüzyıldan kalma kablolar yirmi birinci yüzyılın akımını kaldıramıyor. Memleketin sigortasının ikide birde atmasının sebebinin bu olduğunu bilmek için filozof olmaya da gerek yok.
Bayramınız mübarek olsun.