Amerika ile ilişkilerimize “ortaklık” demişiz ama hep onlar “patron” olmuş.
Arada itiraz etmişiz ama her seferinde haddimizi bildirmiş; “pardon” demişiz!
Mesela Rumların Kıbrıs’taki katliamına müdahale etmek istemişiz. Ama Başkan Johnson’ın tehdit mektubu üzerine, “Peki” deyip vazgeçmişiz.
“Peki” demediğimiz de olmuş.
Mesela “Haşhaş ekmeyin” uyarısına Demirel kulak asmamış ama 12 Mart 1971’de şapkasıyla birlikte kaçmak zorunda kalınca “talimat”ın gereği yapılmış.
Daha fazla direnmenin faturası daha da ağır olmuş.
Mesela merhum Menderes, Rusya’ya yapacağı ziyarete günler kala “darbe” yemiş ve bu hatasını (!) canıyla ödemiş.
1974’te biz, “Yeter artık” deyip, Kıbrıs’a gidince, Amerika da ambargo silahını çekmiş.
Biz de “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” deyip, İncirlik dahil 22 ABD üssünü kapatmışız.
Kapatmışız ama değerli müttefikimizi öyle kızdırmışız ki, 1978’de fiili kullanıma izin vermemize rağmen bizi “çocuklarına havale” etmesini önleyememişiz.
Onlar da görevi “başarıyla” yerine getirmiş.
Ve 12 Eylül 1980’de yönetimi ele geçirenlerin ilk işi, üsleri ABD’ye iade etmek olmuş.
'Kazan-kazan' da ne demek!
İlerleyen yıllarda yönetime gelen liderler, “21. Asır, Türk asrı olacak” “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar...” gibi büyük laflar edince, değerli müttefikimiz “modern” ama etkisi bin yıl sürecek şekilde (!) tekrar uyarmış!
“28 Şubat” denen bu müdahale, ülkedeki mevcut fitnelere, laik-dindar gibi yeni faylar eklemiş, ekonomimizi renklere ayırarak; ‘yeşil’e “dur” demiş.
***
Ve Erdoğan dönemi...
Sayın Erdoğan’ın başlangıçtaki yoğun işbirliği arzusu, batılı dostlarımızı çok memnun etmişti.
“Bizden vize almadan Türkiye’de siyaset yapılamayacağını Erdoğan da anlamış” diye düşündüler.
Erdoğan’ı öve öve bitiremiyorlardı.
“Vizyoner ve demokrat liderin yönettiği Türkiye çok şanslıydı...”
***
Bir süre sonra Erdoğan’ı yanlış anladıklarını fark ettiler.
Bu “Kazan-kazan” da ne demek oluyordu?
Türkiye hiç alışık olmadıkları adımlar atıyor, hatta almış başını gidiyordu...
Bu gidişe derhal “dur” demeleri gerekiyordu!
Birden 'diktatör' oluverdi
Ve üzerimize çullandılar.
Nasıl olsa algı operasyonları ile istediklerini yapıyorlardı...
Mısır’da demokrasiyi katleden Sisi darbecisini, demokrasi kahramanı olarak karşılayıp, kırmızı halıda yürütmediler mi?
Kapımızın önünü terörist cehennemine çevirip, sonra da bizi “terör destekçisi” yapmadılar mı?
İçerde ise Gezi, 12 Şubat, 17/25, Hendek terörü gibi hain işbirlikleriyle yolumuzu kesmeye kalkmadılar mı?
***
Ama her tezgah ellerinde patlıyordu.
Sebebini çözdüler.
“Erdoğan devre dışı bırakılmalıydı!”
“Demokrat Erdoğan”bir anda “diktatör” oluverdi!
Tek hedef Erdoğan idi
15 Temmuz’un tek hedefi Erdoğan’ı bertaraf etmekti.
Yine başaramadılar...
Ve ifşa olan ABD, bizzat sahaya inmek zorunda kaldı.
Suçüstü sonucu girdikleri dönülmez yol, onları vize yasağına kadar götürdü.
Bakmayın “Olumlu geçti” mesajlarına.
Amerika bel altı vuruşlara devam edecektir.
Ama uluslararası ilişkilerde “öfke” en büyük zaaftır.
Nitekim Türkiye hâlâ serinkanlılıkla işbirliği imkânı aramakta ama elbette ülke menfaatlerini savunmaktan da geri durmamaktadır.
Her şeye rağmen, belirleyici olan batının Haçlı planları değil, içerde ortaya koyacağımız görüntüdür.
Kimse “AK Parti Genel Başkanı Erdoğan”ı sevmek zorunda değildir.
Ama bu ülkede yaşayan herkes, “Cumhurbaşkanı Erdoğan”ın liderliğinde yürütülen mücadelede milletimizin yanında yer almak zorundadır.
Siyaset, millete hizmet aracıdır. Tarihimizin en büyük İstiklal Mücadelesi olan bu süreci, siyasete alet etmek millete ihanettir.