Bence "TRT ŞEŞ" adı yanlış.
Yarısı Kırmançi yarısı Zazaki lehçesinde olduğundan bence "TRT DÜŞEŞ" demek lâzım.
Fakat ömrüm boyunca kimseye laf anlatamadığım için muhtemelen bu teklîfim de revaç bulmayacakdır.
Mukadderat... Geçelim...
Geçelim ve iyi vatandaş olmaya bakalım! Yoksa adâletin aman vermez şamarı ensemize öyle bir iner ki Allâhımızı şaşırırız!
Hemen ekleyeyim de başım belâya girmesin, bakınız burada "Allah" kelimesini hiçbir şekilde aşağılama kasdıyla kullanmış değilim.
Yalan söylüyorsam Allah belâmı versin!
Zâten vermiş vereceği kadar:
Öyle şey yurddaşlarım var ki onlara laf anlatmak Allâhın belâsı bir iş.
Onun için bence Fâzıl Say yine ucuz atlatmış sayılabilir. On ay yerine on sene ve falakada yüz değnek cezâsı da alabilirdi.
Yâhut da parmaklarına cedvelle yirmişer darbe ki bir daha püyono müyono çalamasın!
Devletimiz rahimdir!
Yargıçları fahimdir!
Olmadı mı hedef AHİM'dir!
Şu sözlerimse mühimdir:
Çok riyâkâr bir devlet düzenimiz var.
Samîmiyetden ve dolayısıyla dürüstlükden böylesine uzak bir düzenin doksan yıldır hâlâ hayatda kalabilmiş olması mûcizevî bir durum.
Temel prensiplerimiz yalan üzerine münşî.
Ne Atatürk'e bağlılığımız ne yurdseverliğimiz ne sosyalliğimiz ne Avrupâî olmak isteğimiz ne millî birlik ve berâberliğimiz ne hukuk devleti olma arzumuz gerçeklere tekaabül ediyor.
İşin ilginç yanı hepimiz karşımızdakilerin yalan söylediğini biliyoruz ve karşımızdakiler de bizim bunu bildiğimizi biliyorlar ve hattâ berikiler öbürlerinin bunu da bildiğini biliyorlar ama kimse oralı olmaksızın herkes kendi riyâkârlıklarını "doğrular" olarak satmaya devâm ediyor.
Kendimize muhayyel bir dünyâ yaratmışız ve orada hiç bir şey olduğu gibi değil ama herşey olması "gerekdiği" gibi!
Âdetimiz veçhile yine bunun yeryüzünde "eşsiz" olduğunu iddia edecek değilim; belki bize benzeyen başka toplumlar da vardır ama ben hangileri olduğunu bilmiyorum.
Bildiğim, bu dünyânın artık sona ermek üzere olduğu!
Nereden anladığıma gelince böyle bir dünyânın şimdiye kadar bir şekilde vârolmasına elveren şartların sür'atle yokolmaya başlaması.
Bakınız kestirmeden birkaç örnek vereyim:
Bir Türk cihâna bedeldir!
İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz!
Ne mutlu Türk'üm diyene!
Türk olmasa târihde yazılacak ne vardı?
Nasıl, gözleriniz kararıp şakaklarınız zonklamaya başladı mı?
Benimkiler de...
Oysa Cumhûriyet târihimiz boyunca en az üç nesil bu palavralarla sarmaş dolaş yaşadı!
Bir allâme-i cihân ve dâhî-i zamân olan ben bile gençliğimde bu lakırdılardan etkileniyordum.
Fakat bugün bunları bir lise öğrencisine söyleseniz, eğer yakında öğretmen filan yoksa, güler geçer.
Çok da iyi eder!
Çünki artık "şiir devri"nden çıkıp "şuur devri"ne giriyoruz!
Evet, atalarımıza saygımız ve sevgimiz sonsuzdur ama onların nasıl üç kıt'ada at oynatdıkları hikâyeleriyle bugün bakınız güney sınırlarımızın güvenliği sağlanmıyor!
Kafkasya'daki Balkanlar'daki ve Karadeniz'deki meşrû haklarımızla onun ötesindeki menfaatlerimiz korunmuyor!
Doksan yıl aradan sonra bir filotillamız herhangi bir Kuzey Afrika limanını ziyâret edince ora halkı mâzîden gelen bâzı bulanık hâtıraların yüzü suyu hürmetine bahriyelilerimizi alkışlıyor ama filotilla kumandanı, sanki mârifetmiş gibi, bizim Osmanlıyla artık hiçbir münâsebetimiz yokdur diye demeç patlatınca afallıyor! Bu insanları nereye oturtacağını bilemez oluyor!
İşte kendi kendimize yaratdığımız bu dünyâ artık yokoluyor.
Mâden bahriyelilerden açdık bâri "Osmanlı Bahriye Marşı" ile bağlayalım:
"Bahriyyeliyiz her gemi bir vâlidemizdir;
Vicdanlarımız belki güneşden lekesizdir."
Vira Bismillah!
Bismillah vira!