Soma felaketinin o korkunç hatırası daha çok ama çok taze iken Türkiye yine büyük bir felaketle, iş kazası yazmaya parmaklarım varmıyor, karşılaştı.
Ülkemiz Türkiye’de senede yaklaşık bin iki yüz, günde ortalama dört çalışanımızı iş kazalarında kaybediyoruz, bu sayı gelişmiş ülkelerde, AB’de yaklaşık haftada bir ise, hepimiz meseleyi tüm boyutlarıyla düşünmek zorundayız, vicdanların, aklın emri böyle.
Meseleyi sıradan bir az gelişmişlik meselesi olarak görmek, kişi başına gelir on bin dolar düzeyinde iken bu sayı normaldir demek vicdanen kabul edilebilecek bir şey değil, doğru da değil.
Bugün (Pazartesi) toplanacak Bakanlar Kurulu’nda, Sayın Davutoğlu’nun açıklamasıdır bu, iş kazaları (!) konusu ana gündem maddesi olacak.
Ben de, bu durumu fırsat bilip, umarım bu yazımı Sayın Başbakan ya da yakın bir danışmanı okur, bugünkü yazımda ülkemizde kabul edilemez sayıları bile çoktan geçmiş iş kazalarının (!) gördüğüm nedenini ve aklıma gelen en pratik çözüm yolunu aktaracağım.
Görebildiğim kadarıyla, gördüğümden hiç de hoşnut değilim doğal olarak, iş kazalarının (!) yoğun yaşandığı sektörlerde, mesela madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde sorumlular, patronların çok büyük bölümü diyebiliriz, çok basit ama o ölçüde de insafsız bir marjinal analiz uyguluyorlar.
Bu kişiler işyerlerinde aldıkları iş güvenliği önlemlerinin marjinal maliyetini iş kazaları (!) oluştuğu anda yasal olarak üstlenmek zorunda kalacakları cezaların, ödeyecekleri tazminatların marjinal yüküne eşitliyorlar.
İş bu kadar basit ve korkunç.
Türkiye’de tazminat hukuku adeta işlemediğinden, cezai yükler çok düşük olduğundan iş kazalarının işverenlere yüklediği marjinal maliyetler de çok düşük ve tam da bu nedenden, işveren çok sıradan, vicdani boyutu unutursak, gerçekçi bir optimizasyon yapıyor ve iş güvenliği için aldığı önlemlerin marjinal maliyetini de bu düşük seviyede tutuyor.
Ve ortaya Mecidiyeköy, Soma, Marmara Park AVM, Tuzla tersaneleri ve bunlar gibi çok sayıda felaket çıkıyor.
Gelelim bu basit ve korkunç optimizasyon tercihine karşı neler yapılabileceğine.
Bu acı meselenin çözümünü sadece vicdanlara (!) havale edemeyeceğimize göre bu konuda devlet organlarının yapmakla mükellef olduğu işler var.
İşverenin kullandığı marjinal optimizasyon tekniği vicdansız ama teknik açıdan doğru.
Öyleyse, işverenin iş kazası(!) durumunda karşılamak zorunda kalacağı maliyetler, yükler, cezalar, ödeyeceği tazminatlar anlamlı ölçüde artarsa, aynı marjinal teknik gereği, işveren de iş kazalarını önlemek için alacağı önlemlerin marjinal maliyetini yükseltecek ve böylece daha güvenli bir iş ortamına adım atılmış olacak.
Mesele aslında bu kadar basit.
Ancak, tazminatlar, cezalar hep testi kırıldıktan sonra gündeme gelecek konular.
Testi kırılmadan da önlemler almak mümkün.
Yakın geçmişimiz, bazı başka konular maalesef bu alanlarda kendi dinamiklerimizin her zaman yeterli kalamadığını çok net bir biçimde gösteriyor.
Oysa önümüzde uygulanmış ve çok başarılı sonuçlar da üretmiş bir hazır reçete var; hazır reçete kavramı lütfen kimsede alınganlık yaratmasın.
AB’ye tam üyelik müzakere sürecimizde, önümüzde müzakereye açılacak fasıllar var.
AB Konseyi’nde onaylanıp açılış kriteri belirlenen fasıllar arasında bir tanesi iş kazalarını önlemede Bakanlar Kurulumuzun üreteceği her türlü önlemden daha etkin zira denenmiş ve başarılı sonuçlar alınmış: “Sosyal Politikalar ve İstihdam” faslı.
Bu faslın açılması önüne AB bir engel getirmiyor, faslın müzakereye açılmasını erteleyen biz.
Bir dizi “Ulusal menfaat” argümanı ile açılmasını ertelediğimiz bu faslın açılmamasının ve gereklerinin hemen yerine getirilmemesinin sonucu Soma’dır, Mecidiyeköy’dür (Torunlar GYO rezidans).
Hangi “ulusal menfaat” Soma’da, Mecidiyeköy’de kaybettiklerimizden daha değerli olabilir?