Bir insan için en zor şey nedir? Herhalde en zor ve bir o kadar da lânetli iş, bir başka insanın canını almak olmalı... Ellerinde kan izi olduğunu bildiğim kişilerin yanında kendimi rahatsız hissederim.
Birini öldürmeye kalkışmak kendini ‘ilâh’ yerine koymakla eşdeğerde gelir gözüme...
Kâtillerin ‘kader kurbanı’ diye anılmalarını da kabul edemem.
‘Üçüncü Yargı Reformu’ paketi içerisine eklenen bir madde çok uzun süreyle cezaevinde yatan bazı mahkumların serbest kalmasını sağladı; işledikleri ağır suçlar yüzünden cezaevlerinde ihtiyarlayan bazıları da hapisten çıktı. Kimbilir kaç kişi...
Ancak kamuoyu geçmişte yaşanmış tek bir olayın fâilleri üzerinde yoğunlaştırıldı: 1978 yılında Ankara’nın Bahçelievler semtinde Ülkücüler tarafından öldürülen yedi Türkiye İşçi Partili gencin hayatına son verenlerin...
O dönemde sağ-sol birbiriyle didişiyor, cinayetler birbirini takip ediyor, ülke son hızla darbe ortamına yönlendiriliyordu ya... Yazarı, gazetecisi, öğretim üyesi, hakimi, savcısı, emniyet müdürü infaz edilmiş, hayatını ideolojik cinayetlerde kaybedenlerin sayısı beşbine yaklaşmıştı.
Suikasta uğrayanlar arasında o yedi TİP’li genç de vardı. Kâtilleri serbest bırakıldığı için yeniden hatırlayıp fâillerini ve sebep olanları lânetlediğimiz yedi genç...
Gazeteler yürek yakıcı manşetlerle çıkıyor günlerdir...
En başta söylediğimi tekrarlamama gerek yok sanırım: Ne amaçla olursa olsun cinayet işlenmesi, cinayet işleyenlerin affedilmesi beni rahatsız eder...
Rahatsız etmesine eder de, ‘cinayette ayrımcılığa’, ya da kâtillerden bazısının üzerine cellât gibi gidilirken başka kâtillerin korunup kollanmasına da en az o kadar ifrit olurum.
12 Mart (1971) ve 12 Eylül (1980) askeri müdahalelerinin en önemli gerekçesi sokakların hareketlenmesi ve gençlerin birbirini öldürmesiydi. ‘Sağ’ ve ‘sol’ ideolojiler arasında bölünmüştü gençlerimiz ve sokaklardan oluk oluk kan akıyordu.
Şu listeye bir göz atın: Doğan Öz (24 Mart 1978), Bedrettin Cömert (11 Temmuz 1978), Serdar Alten, Hürcan Gürses, Efraim Ezgin, Osman Nuri Uzunlar, Latif Can, Faruk Ersan ve Salih Gevenci adlı TİP üyesi 7 genç (9 Ekim 1978), Nedret Bulut (26 Kasım 1978), Cevat Yurdakul (29 Eylül 1979), Cavit Orhan Tütengil (7 Aralık 1979), Ümit Kaftancıoğlu (11 Nisan 1980), Abdi İpekçi (1 Şubat 1979), Sevinç Özgüner (23 Mayıs 1979), Kemal Türkler (22 Temmuz 1980)...
Listedeki isimler ‘sol’ kimlikli kurbanlar...
Şunlar da ‘sağ’ kesimin aynı dönemde cinayete uğramış önemli isimleri: Hamit Fendoğlu (17 Nisan 1978), İlhan Egemen Darendelioğlu (19 Kasım 1979), Kemal Fedai Coşkuner (3 Aralık 1979)...
Aralarında müdahaleye karşı çıkanlar olmasın diye bazı üniformalı kişiler ile siyasiler de suikasta uğratıldı aynı dönemde...
Çok sayıda insanın hayatına mal olmuş kitle eylemleri de var aynı dönemde: Sivas (3-4 Eylül 1978), Maraş (23-24 Aralık 1978) ve Çorum (Mayıs-Temmuz 1980)...
Dönemin ünlü Paşa’sı, kan dökülmesine neden göz yumdukları sorusunu ‘’Kamuoyu olgunlaşsın diye bir yıl kadar bekledik’’ gerekçesiyle cevaplamıştı.
Yedi TİP’li gencin kâtilleri serbest bırakıldı da, diğer cinayetlerin fâilleri ne oldu peki?
Hepsinin kâtilleri değişik dönemlerde çıkartılan kısmi veya genel aflarla çoktan tahliye olmuşlar...
Listesi de var: Başbakan Nihat Erim’in, Org. Hulusi Sayın’ın, Org. Adnan Ersöz’ün, Org. Kemal Kayacan’ın, Savcılar Niyazi Fikret Aygün ile Yaşar Günaydın’ın kâtilleri de dahil olmak üzere siyasi cinayetler işlemiş herkes aflardan yararlanmış...
Bahçelievler cinayetinin fâilleri için gözyaşı pınarlarımızı kurutan gazetelerin, ekranları Kerbela’ya çeviren yorumculardan hiçbirinin aynı hassasiyeti o dönemeçlerde gösterdiklerini hatırlamıyorum.
Kusura bakmasınlar, ama bu “Benim kâtilim iyi, seninki kötü” standartsızlığına da isyan ediyorum.