Çok işitiyorum. ‘Dershane’ tartışmalarıyla ilgili bir teori bu. Oldukça kötümser, ‘bardağın boş tarafına’ bakmaya çalışan bir teori.
Şöyle ki: Gülen cemaati, çok önceden, AK Parti’yle arayı açmaya karar vermişti. MİT krizinden çok önce... MİT krizi bir patlamaydı. Bir şoktu.
Gezi kalkışması sırasında da bazı alametler belirmişti. Bir uluslararası çalışmanın açık işaretleri vardı Gezi kampanyasında. Topa girmediler. Demek ki, bunu ‘okudular’, farkettiler, uzakta durmakta fayda gördüler.
Dershaneler, çok kullanışlı bir ‘vesile’ oldu, ‘mesafe koyma’ kararını icra etmek için. ‘Vesile’yi değerlendirdiler. (Mesafe koymak dedim. Evet, kelimelerin en ‘sakin’ini kullanmayı tercih ediyorum.)
Bu, tabii ki ‘tehlikeli’ bir teori. Tuzaklar içeriyor. Bir sürü kötü hikaye sığar bu teorinin içine.
‘Bir yerden bir talimat aldılar’dan toplum mühendisliği projelerine ve korku senaryolarına kadar bir sürü hikaye...
Teorinin doğru olduğunu ispatlamak isteyenler, geriye doğru birçok malzeme bulabilirler. Gazete sütunlarında, televizyon ekranlarda, internette, sürüyle...
Üretiliyor çünkü bu malzeme. İtinayla ve gerçekten başarılı bir şekilde üretiliyor.
‘Malzeme’ye baksanız, ‘bu zamana kadar nasıl içinizde sakladınız onca nefreti’ diye sormak istersiniz.
İyiliğe delalet edecek hiçbir şey görülmüyor. Her şey örtülüyor.
Kötülüğe delalet edecek her şey, en dikkat çekici şekilde meydana sürülüyor.
Ben, çok hayret ederim. Herkesin alelade bulduğu şeylere de, bazen, büyük bir şaşkınlıkla bakarım.
‘Hayret’ hoşuma gider. Benim hayret ettiğim şeyi alelade bulanların ‘bunda hayret edilecek bir şey yok, normal’ demeleri de hoşuma gider. Allah’ın bir nimetidir onlar, eksik olmasınlar.
‘Fitne’yi cazip kılmak için gösterilen olağanüstü ‘gayret’i hayretle seyrediyorum. Fitneye olan ‘rağbet’i hayretle seyrediyorum.
Yani, ‘teori’yi ispatlamak isteyenler için çok malzeme var; malzemeyi imal eden ‘figür’ler de var.
Ancak, bunların varlığı, ‘teori’nin doğruluğunu göstermez.
Bu kötücül tutumların varlığı, sadece o tutumun sahiplerinin varlıklarını gösterir.
İşte yine çıktılar ortaya.
2004’teki MGK belgesine ‘urvetü’l vuska’ya sarılır gibi sarıldılar.
‘Gülen’i bitirmek için imza atmışlar MGK’da.
Ne yapmışlar imzayı attıktan sonra?
Hiç!
Şöyle düşünülebilir: MGK’da bir tavsiye kararı alındı. Hükümet tavsiyeyi dinlemedi, ‘ke en lem yekün’ saydı.
Yoo! Belirsizlik olsun. Öyle alacakaranlıkta kalsın ki konu, insanlar, Hükümet’in Hocaefendi’yi ‘bitirmeye’ azm ü cezm ü kast ettiğini zannetsinler.
Dün bir tane daha çıktı. 2004’te, Başbakanlık irticayla mücadele genelgesi göndermiş.
Haberi veren gazete, insanların, 2004’teki MGK belgesiyle genelgenin birbirinin devamı olduğunu zannetmesini istiyor. İki işi birbirinin kuyruğuna bağlamaya çalışıyor. (Millet salaktı bunu yutacak!)
Belki bugün de bir sürü ‘akıllı’, bu haberi kaynatıp kaynatıp suyunu içer.
Sanki, 2004’ten ‘o figürler’in sahneye çıktığı şu yakın zamanlara kadar, Hizmet’le Hükümet arasındaki dostluğa, dayanışmaya tanık olmamışlar gibi.
‘Ahlaksız yatırımcılar’ diye bir yazı yazmıştım, belki bir yıl kadar önce. Hükümetle Hizmet arasında çıkabilecek bir ‘fitne’ye yatırım yapanlar yoktu o yazıda. Şimdi onları da dahil ediyorum, bir ‘hizip’ olarak.
Ümidimi, inancımı muhafaza ediyorum, fitnenin çocukları muradına eremeyecek.
Çünkü millet, gerçeği biliyor.
Vicdanı olanlar, gerçeği biliyor.
Ve Allah’a şükür, vicdanı olanlar, akl-ı selime tabi olanlar her yerde var.
Burada tercih ettiğim ‘duruş’u safdillik olarak görenler olabilir. İtirazlar da olabilir. Şuna ne diyorsun, buna ne diyorsun, diye sayıp dökebilirler.
Görülebilecek olan her şeyi görüyorum ve böyle durmakta inat ediyorum.