Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından PKK terörünün yükseldiği dönemlere bakıldığında, PKK’yı da, Kürt meselesini de aşan yeni bir ajandanın varlığı fark edilebilir. PKK’nın; 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri öncesinde, 2010 Anayasa Referandumu döneminde, 2011 Seçimleri sırasında ve son olarak 7 Haziran sonrasında eski Türkiye odakları adına sisteme bir katalizör olarak girdiği görülür. Bu ajanda, 2010 Anayasa Referandumuna kadar örtülü bir şekilde hayata geçerken, vesayet rejimini geriletecek bir yapısal kırılma olan halkoylamasına verdikleri tepkiyle de aleni hale gelmişti.
2002 sonrasında ‘AK Parti karşıtlığı zeminini’ muhkem hale getirmek için PKK haricindeki her türlü malzeme aleni bir şekilde kullanılmıştı. PKK’nın bu malzemelerle uyumsuzluğunu eski Türkiye odakları da kabul ediyorlardı. Başka bir ifadeyle, AK Parti düşmanlıklarının dozajı PKK karşıtlıklarını henüz aşmamıştı. Türkiye siyasal coğrafyasında ve AK Parti karşısında PKK ile aynı kaderi yaşamaya mahkûm olduklarını düşünmeye başladıklarından beri de, ‘bir tercih’ yapabileceklerini kabul etmeye başladılar.
Muhalefetin iki ana odağı olan CHP ve MHP, Türkiye’nin kahir ekseriyetinde siyaset yapmanın sorumluluğu ve yükü karşısında, doğrudan ve dolaylı bir şekilde ‘PKK meselesini’ yeniden gözden geçirmeye karar verdiler. Tıpkı PKK’nın açıktan kırılma yaşadığı gibi, bu iki parti de 2010 Anayasa Referandumunda yapısal bir dönüşüme gayri meşru bir şekilde mecbur kılındılar. CHP ve MHP’nin ‘kaset darbeleriyle’ yaşadığı zoraki değişimin ilk meyvesi, vesayet rejimine darbe vuran 2010 Anayasa Referandumunda aynı cepheye asker yazılarak alındı.
İlk olarak CHP, bütün çözüm girişimlerine önce aleni bir şekilde savaş açarak, 2012 sonrasında üzerinde hissettiği ağır baskıdan dolayı siyasal anlamsızlığa denk gelen sürecin içeriği ve neticelerine gözlerini kapattı ve metodolojisiyle didişerek bugünlere geldi. 7 Haziran’da ise ilan edilmemiş bir şekilde HDP yedeklemesine dönüşmeye varacak düzeyde bir savrulma yaşadı. CHP yöneticileri, aynı grubun farklı markaları gibi davranacak kadar ileri giderek, HDP’ye oy verdiklerini ifade etmekten geri durmadılar.
Elbette HDP de, bu dönüşümün bütün pasını, kirini ve asırlık günahlarını CHP adına ortadan kaldırmak için elinden geleni yaptı. Böylece, Kürt meselesinin bizatihi patent hakkını elinde bulunduran CHP’nin, ‘ideolojisini Kürtlere rağmen ama Kürtler adına yürüten HDP’ tarafından siyasi affa tâbî tutulduğunu gördük. HDP Kürtlerin varlığına bile tahammülü olmayan vesayet rejimi ve zulümlerini unutup AK Parti’yi şeytanlaştırdıkça; CHP ve seküler-liberal dünya ‘AK Parti düşmanlıklarının PKK karşıtlıklarını aştığına’ ikna oldu.
MHP ise dolaylı bir şekilde PKK’nın varlığının nasıl bir işlev göreceğini ilan etmeden, sonuna kadar kullanmayı tercih etti. 2010 sonrasındaki yeni MHP, Anayasa Referandumunda yan yana geldiği HDP çizgisi ile eski Türkiye düzleminde kritik dönemeçlerde benzer bir kaderi paylaşmaktan çekinmedi. 17-25 Aralık darbe girişi sonrasında Paralel Çete’nin mühimmatını kullanmaktan çekinmeyen MHP, benzer bir vurdumduymazlığı PKK için de çok konforlu bir şekilde hayata geçirme imkânı buldu.
Bütün bu unsurları bir araya getiren ortak bir amaçtan bahsetmek aslında kolay değil. Çünkü somut bir amaçtan ziyade, eski Türkiye zemininden çıkmamak hedefiyle sınırlı bir mevzide bir araya geliyorlar. CHP ve HDP aynı mevzide bazen omuzları birbirine değecek kadar yakınlaşabilirken, MHP ve HDP ise yer yer kendilerini paralel mevzilerde bulabilmekteler. MHP, müstakil olarak terörün arttığı dönemlerde yükselen vandalizm ve milliyetçilik dalgası yoluyla, Kürtlerin akan kan nedeniyle PKK ve HDP’yi sorgulamamasının zemininin hazırlanmasına yardımcı oluyor.
PKK’nın kanlı eylemlerine, estirdiği teröre rağmen bulduğu aleni veya zımni destek zemininin varlığını sürdürmesinde şaşılacak bir durum yok. Ancak farklı motivasyonlar, sebepler ve beklentilerle eski Türkiye’ye avdet etme arzusunun oluşturduğu zemin, PKK terörüyle belli ölçüde sarsılacaktır. Fakat bu durum, aktörlerin normalleşme sancısını gidermeyecektir.
Hele işi çılgınlık boyutuna ulaştırıp; PKK’nın her gün üstlendiği ilan ettiğini, daha fazlasını yapmak adına onlarca çağrı yaptığı terörünü başka aktörlere ciro edenlerin, PKK zemininden çıkmak gibi bir sorunları olmadığı da görülüyor. Ancak her ne yaparlarsa yapsınlar, kullanışlı buldukları son zemin ve katalizör işlevi gören ‘PKK terörü’ ilanihaye devam etmeyeceği gibi; aynı kaderi paylaşma noktasında uzlaşmış gibi görünen tüm aktörler olarak, anlamsızlaşma süreçlerini kendilerini imha ile nihayete erdirmeleri de kaçınılmaz görünmektedir.