"6'lı masa" Türk siyasi tarihine muhalefetin en kötü hali olarak şimdiden yazıldı.
Masanın, görünmeyen, gizlenen ortaklarının dahil edildiği farklı adlandırmaları da var; örneğin AK Parti İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe masanın teşekkülündeki abesliğe işaret etmek adına "6+plus masa" diyor. Bir anlamsızlık toplamı!
Hepsini toplasan, "plus" desen, yetmese "+" koysan yine de anlamlı bir sonuç çıkmıyor.
Toplasan da çarpsan da bölsen de olmuyor. Ne onlar kazanıyor ne de millet!
Bana kalırsa kendilerini rezil rüsva ediyorlar.
Milleti de ahmak yerine koyuyorlar. Ama millet ahmak değil onu unutuyorlar.
Neyse retorik yapmaya gerek yok. Her şey ortada, herkes seyrediyor.
Dünya Kupası final maçından sonra en çok beklenen sonuçtu, 6'lı masanın 9 saat süren onuncu toplantısından ne çıkacağı.
Haber kanallarındaki tartışma programları reyting rekorları kırdı sayelerinde.
Millete eğlence çıktı özetle.
Sonuç mu?
Başlıktaki tamlama, masadan çıkan sonucu ifade ediyor: "Vesayet Masası"
Bana ait değil, bir siyasal iletişimci arkadaşım masayı uzunca bir zamandır böyle tarif ediyordu.
Cumhurbaşkanımız da "siyasi vesayet" kelimeleriyle tasvir etti masayı.
"Karşımıza 'yaptırmayız' ittifakıyla çıktılar. Kendi aralarında da aynı taktiği izleyeceklerini ilan ediyorlar. Türkiye'ye tek vaatleri, yine aynı düzeni geri getirmek. Ama yapamayacaksınız. Bunlar kendi vesayetlerini inşa etmeye çalışıyor. Bu defaki vesayetin adı siyasi vesayet."
Buna sebep ne peki? Önerdikleri çalışma modeli tabii ki.
O masada 6 siyasi parti, PKK'nın siyasi kolu olan HDP ve FETÖ var. Buluşmalara gelmeyenlerin de söz hakkı var yani.
Fakat masadan millet devlet adına politik bir vizyon çıkmamasının sebebi bu görünmeyen ortaklar değil sadece. Evet, manevra kabiliyetlerini kısıtlayıcı bir etkileri var ama masa zaten yapısal bir sorunla malul.
Başından beri anlatmaya çalışıp da beceremediğimiz şey buydu.
AK Parti'den oy tırtıklamakla görevlendirilmiş küçük ortaklar, bizim isteyip de izah edemediğimizi matah bir şeymiş gibi ballandıra ballandıra anlattı. Neyi mi? Halkın seçeceği cumhurbaşkanı üzerinde nasıl bir vesayet düzeni kuracaklarını...
Önce Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu verdiği bir röportajda "Eşgüdüm Kurulu" diye bir şeyden bahsetti.
Seçecekleri Cumhurbaşkanı, Anasaya değişikliği yapılana kadar siyasi parti genel başkanlarıyla istişare ederek karar alacağını taahhüt edecekmiş. Anayasayı değiştiremezlerse 5 yıl boyunca koalisyon şeklinde yöneteceklermiş ülkeyi.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu se "eşgüdüm kurulu"nu daha ileri götürerek vesayeti "imza yetkisi"ne bağladı ve "Genel başkanlar, doğrudan karar süreçlerinin içinde imza yetkisine sahip olarak bulunacak. Her stratejik kararda cumhurbaşkanı kadar imza yetkisine sahip olacaklar. Bu büyük bir teminattır." dedi.
Cumhurbaşkanı adayına "Oyunun kurallarını biz koyacağız, sen maçı bizim kurallarımıza göre oynayacaksın." diyeceklermiş.
Kendisinin aday gösterilmesi halinde bunu en iyi şekilde yapacağını ifade eden DEVA Partisi Başkanı Ali Babacan da benzer şeyler söyledi. Yani seçilecek cumhurbaşkanının 6 partinin yönetiminde olacağını ifade etti.
Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener bu küçük ortakların beyanlarını tashih etmediğine göre onuncu toplantıda alınan kararların bu minvalde olduğunu söyleyebiliriz.
Yani bize şunu diyor bu akıl daneleri, "Siz yüzde 50+1 ile bizim adayımızı seçin, kimi aday gösterdiğimize takılmayın, zaten ona Cumhurbaşkanlığı yaptırmayacağız. Onu biz yöneteceğiz."
Şimdi Türkiye'nin stratejik alanlarını düşünün, FETÖ ve PKK ile mücadele, Suriye, Doğu Akdeniz, Karadeniz doğal gazı, Kafkaslar, AB ile ilişkiler, ekonomi... Bir sürü konu var. Sadece dış politikadaki meydan okumalara karşı en ufak bir zafiyet bile kazanımlarımızı maliyete dönüştürebilecekken böyle bir yönetilemezliği vizyon olarak sunmak nasıl bir akıl tutulmasıdır?
Vatandaşa sen birini seç ama onu biz yönetelim demek seçmene vesayet teklif etmek değil midir?
Daha kendilerinin hangi vesayet odaklarının emir eri olduğuna gelmiyoruz bile.
Yüzde 50+1 ile seçilmiş bir cumhurbaşkanının yüzde 1 dahi oyu olmayan garnitür partilerin genel başkanlarına "hadi oradan siz de" diyeceği gerçeğini konu dahi etmiyoruz.
Bu ucube modeli siyaset diye seçmene teklif etmek seçmene salak muamelesi yapmak değilse ne?