Erdoğan-Trump görüşmesinin “olumlu” tarafı şu olabilir:
Bugüne kadar taraflar sorunlarını konuşabilecekleri bir “zemin” bulamıyorlardı.
Bu zemin ABD tarafından, Obama’nın eşsiz gayretleriyle ortadan kaldırılmıştı.
Bir önceki yönetimin Türkiye konusunda takındığı hoyrat ve saygısız tavır (temellük ettiği “dil”) bu sonucu icbar etmişti.
İki liderin karşılıklı mesajları, bu dilin tamiri yönünde adımlar atabileceğini gösterdi. En azından, bir “görüşme zemini” bulundu. Bunu, olumlu bir gelişme saymak lazım.
Erdoğan, “Nokta koyacağız” demişti.
Bir anlamda öyle oldu.
Bölgenin geleceğinde terör örgütlerine yer olmadığını kesin ve kararlı bir dille aktaran Erdoğan, aynı zamanda (durum ne olursa olsun) bu konuda esnemeyeceğinin işaretlerini vermiş oldu.
Soru şu:
Müttefikimiz Amerika (çünkü hâlâ bir “müttefik” olarak görülmek ve ona uygun bir muamele istiyor), bir terör örgütü olan PYD’yi desteklemeye ve silahlandırmaya devam eder mi?
Cevap çok açık:
İstikbalde “kazanacaklarına” bakar.
Bu işler biraz da böyledir: Devletler, dış politikalarını “kâr-zarar denklemi” üzerine kurarlar. Amerika, halihazırda getirisi olan bu örgütten Türkiye istedi diye hemen vazgeçmeyecektir, en azından raf ömrü tamamlanıncaya kadar ilişkilerini devam ettirecektir.
FETÖiçin de böyle...
İki ülke arasındaki sorunlara ne kadar vakıf olduğunu (daha doğrusu, çözüm konusunda ne kadar belirleyici olacağını) bilemediğimiz Trump, güler yüzü ve misafirperverliği dışında bir şey göstermedi... “Türkiye ve Amerika arasındaki özel dostluğu kimselerin yenemeyeceğini” söyleyen ve samimiyetinden kuşku uyandırmayan Trump, daha birkaç gün önce, Türkiye ve Amerika arasındaki dostluğa ağır darbe vuran bir karara imza atmış, PYD’ye silah verilmesi yönündeki tasarıyı onaylamıştı.
Bu imzayı, ne yaptığını bilerek mi atmıştı?
Bir emrivakiyle mi karşı karşıyaydı?
Bunu bilebilmemize imkân yok ama bildiğimiz şu: Trump’la Pentagon ve genel olarak bürokrasi arasındaki “anlaşmazlık, çatışma”, Donald Trump yönetimini “yönetici/belirleyici” bir konumda görmemizi engelliyor. Yani Trump yegâne karar verici değil. Henüz değil. Başkaları hazırlıyor, başkaları kotarıyor, onaylamak da, zaten ispat-ı vücut çabası içinde olan Beyaz Saray’a düşüyor.
Bunu, “Ver papazı” diyalogunda daha iyi görebiliyoruz.
Konu, karşılıklı görüşmelerde üç kez dile getirildi; Trump, elan FETÖ’den dolayı tutuklu bulunan İzmir Diriliş Kilisesi’nin FETÖ’cü Papazı Andrew Brunson’un serbest bırakılmasını istedi.
Bu durum bize neyi söylüyor?
PYD’yi ısrarla terör örgütü olarak görmeyen ve bu örgütü silahlandırmayla/kollamaya devam edeceğini “hissettiren” Amerika, bir CIA örgütlenmesi olan FETÖ’den vazgeçmeyeceğini Papaz Brunson üzerinden “iletmiş” oldu.
Bundan sonra oluşturulacak diyalog zemininde, Türkiye müttefikine, PYD’yi ve FETÖ’yü desteklemeye devam etmesi durumunda “kaybedeceklerini” anlatabilirse, iki liderin görüşmesi için “olumlu geçti” nitelemesini kullanabiliriz.
Bence de olumlu geçti...
BİR- Türkiye, kendisini anlatabilecek malzemelere fazlasıyla sahip. Anlatacaktır.
İKİ- Erdoğan’ın açıklamalarında esneklik payı yok. “Bu bölgede terör örgütlerinin geleceği yok” derken kararlıydı. Bu mesajın istikbalde görüleceğini ve değerlendirileceğini zannediyorum.
ÜÇ- Bugün “Ver papazı” diyen Amerikan yönetimi, yarın pekâlâ “Al papazı” diyebilir. Konuşmak için henüz erken ama bu da ihtimal dâhilindedir...