Takvimlerin 2007 yılını gösterdiği günlerde, günümüz siyasi dengeleri açısından hayati önemdeki bir “rejim krizi” Pakistan’da yaşandı. Ülkede 1999 yılında yaşanmış kansız darbenin iş başına getirdiği Genelkurmay eski Başkanı, Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref, Yüksek Mahkeme Başkanı İftihar Muhammed Çaduri’yi, görevden azletti. Devamı, avukat ve hakimlerin sokak gösterileri, demokrasi ve bağımsız yargı sloganlarının atılmasıydı. 2008’de kendisine “yüce divan” görünen Müşerref istifa etti, Çaduri de görevinin başına döndü.
2012’de bu kez, Çaduri ve Yüksek Mahkeme üyeleri ülkenin seçimle işbaşına gelmiş Başbakanı Gilani’yi görevden alıyor, Cumhurbaşkanı Zardari’nin de makamını boşaltmaya çalışıyordu. Çaduri, hukuk sistemini siyasetin belirleyici gücü yapmıştı!.. Atama ile gelen yargıçların oturdukları yerden siyaseti yeniden düzenleme yetkisini kendilerinde görmesi, aslında, günümüze kadar uzanan yeni dönem “hukuk darbelerinin” de yolunu açıyordu. 2013’te emekli olana kadar sergilediği “aktivist hukukçuluk”, bir “üst akıl” açısından, Soğuk Savaş yıllarını “askeri darbelerle” geçirmiş ülkelere dönük yeni bir stratejinin de başlangıcı oldu.
Soğuk Savaş yıllarında ilgili ülkenin başkent sokaklarına giren zırhlı tugayların yerini, demokraside güçler dengesinin sınırlarını zorlayarak yasama ve yürütmenin üzerine gidebilen hukuk anlayışı aldı!..
Sürecin bize yansıyan yüzü, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Sezer’in cumhurbaşkanlığı ve onun yerine gelecek ismin seçilişinde yaşanılan kriz oldu... Hala, o krizin devamını yaşıyoruz.
Brezilya’daki darbe süreci
Çaduri, Gilani kabinesinin haklarında yolsuzluk dosyaları olan yaklaşık 8 bin siyasetçinin bu dosyalarını “Ulusal Uzlaşma” programı çerçevesine rafa kaldırmaya karar vermesini bahane ederek hukuk darbesini gerçekleştirdi. Brezilya’da 2014 yılında savcıların başlattığı yolsuzluk araştırmalarının geldiği nokta benzer karakter taşıyor.
Soruşturmaların 24’üncü dalgasında hakkında hiçbir somut belgenin bulunmadığı Cumhurbaşkanı Roussef’in yüce divanla karşılaşmış olması dikkate değer bir gelişme. Brezilya, hukuk sisteminin, 2018 yılındaki başkanlık seçiminin kaderini belirlemede kullanıldığı örnek bir süreç yaşıyor. Ülkenin hemen hepsi yolsuzluğa bulaşmış sağ kanat politikacılarının “Latin Amerika’yı Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi dikensiz gül bahçesine çevirmeye karar vermiş” ABD’den aldıkları destekle kalkıştıkları ortak bir darbe harekatı sözü edilen.
Ülke şu anda, “aktivist hukuk-hukukun siyasileşmesi” alanındaki çalışmalarıyla ünlü Prof. Boaventura de Sousa’nın da altını çizdiği gibi, 1964-1985 arasındaki askeri darbenin benzeriyle karşılaşmış durumda.
Siyasileşen hukuk, seçmen tercihine dayalı demokratik siyaseti ortadan kaldıran adımları atarken, yargıçlar, geçmişin generallerinin yerini almaya çok hevesli görünüyorlar.
‘Çoğunluk diktası’ kavramı tehlikeledir
Demokrasilerde siyaset sandıkta belirleniyor ve bazen seçim sonuçları, egemen yapılanmalar ile müttefikleri “dış küresel güçlerin” işine gelmeyebiliyor. Yakın tarih, tam bu noktada aynı güçlerin “çoğunluk diktası” kavramını ortaya atarak, hukukun, seçmen iradesine rağmen, manevra alanı daralmış partiler adına müdahaleci/aktivist rota izlemesini talep ettiğini gösteriyor.
Soğuk Savaş yıllarında askeri darbeler ve diktatörler eliyle kontrol edilebilir kitlelerin demokrasiyle buluşmasından kaynaklanan kaygı, son olarak, New York Times’ın felsefe sayfasında Prof. Gary Gutting imzası ve “Herkes Oy Kullanmalı mı?” başlıklı yazıda belli oldu. Prof. Gutting, felsefe birikimini sergilediği yazıda, kısaca, “yaşanılan sorunlar hakkında entellektüel birikimi olmayan kitlelerin oy kullanmaya heveslendirilmemesi gerektiğini” söylüyor!..
Aslında yaşanılan, “sandık tercihinin müdahalesiz meşruiyetinin” dünyanın zengin ve küresel yaptırımı olan toplumlarına ait olduğu, bunun dışındaki kitlelerin demokratik zenginlikten yararlanmasa da olacağı zorlamasıdır.
Türkiye’nin yaşadığı 17/25 Aralık darbe girişimi bunun açık örneğidir.
Yeni anayasayı tartışıyoruz. Başkanlık sistemi bu tartışmanın belirleyici gücü niteliğinde. Ama yasama-yürütme-yargı üçgenini iyi düzenlemek, kontrol sistemlerini iyi kurmak, özellikle yargının siyasileşmesinin yolunu kesmek zorundayız.