Ulusal güvenlik stratejileri uzmanı Hüseyin Bayazıt’ın, önümüze koyduğu “Dördüncü Nesil Savaş” stratejik değerlendirmesini önemsiyorum, çünkü yaşadıklarımız, “sanayi devrimi savaş stratejisinin” yerini, “esas olarak sivil unsurların kullanıldığı” ve kısaca “vekalet savaşı” olarak tanımladığımız bir noktaya vardığını gösteriyor.
“Sanayi ötesi toplumun” bütün gezegeni bir savaş alanına çevirdiği çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Bayazıt, bunu, şöyle yorumluyor: Bu savaş siyaset, medya, hukuk, adalet, bürokrasi, güvenlik ve kolluk güçleri, medya ve ticari alandaki unsurları temizlendiği zaman kazanılır.
Açıklamalarının çarpıcı yönü, “terör örgütleri üzerinden yürütülen silahlı mücadele bir çeşit ‘cambaza bak’ taktiğidir, asıl strateji, hedeflenen toplumun hukuk ve medya/sosyal medya kullanılarak teslim alınmasıdır” cümlesidir.
Sanayi devrimi sonrası savaş stratejilerine fikirsel babalık yapmış Carl Von Clausewitz (1780-1831) savaşı, siyasetin uzantısı olarak görüyor ve esas amacın ordulardan birinin diğerini teslim alması olduğunu vurguluyordu. Ama artık, bir cephede karşılaşan ordular yok, yerlerini, “düşük yoğunluklu savaşın” aktörleri olarak DAEŞ, Hizbullah veya PKK almış durumda...
Dünyanın tamamı savaş alanıdır...
Dünyanın günümüzde yaşadığı yeni savaş zemininin işaret fişeğini, Clausewitz gibi felsefi derinliği olan bir karakterden değil, iki Çinli albaydan almış olmamız dikkat çekici... Qiao Liang ve Wang Xiangsui’nin 1999’da yazdıkları “Sınırsız Savaş” strateji değerlendirmesi, 21’nci yüzyıl savaş teorisinde “düşmanın” yeniden tarifini yapması açısından önemli:
“Savaş, askeri gücün dışındaki tüm güçlerin kullanıldığı bir zemine doğru evrilmektedir. Askerlerle siviller arasındaki bariyerler, savaşın gezegenin her noktasına yayılması nedeniyle ortadan kalkacaktır. Savaşın yeni cephesi geniştir. Çevre, finans, ticaret, kültür, hukuk ve medya yeni savaş alanıdır. Yabancı bir devlet adına ulusal borsada spekülasyon yapan bir kişinin tespit edilip suikastle ortadan kaldırılmasından, oluşturulacak fonlarla hedef ülkede gazete ve TV kanalı satın almaya kadar varan geniş bir savaş stratejisi yaşama geçmektedir. Bu savaşta, ittifaklar taktik gereğidir, ahlakı yoktur ve kural tanımaz.”
Daha ne desinler? 17 yıl önceki çalışmalarında “artık orduların cephede karşılaşması ikincil dereceden savaştır, esas savaş kalıcı olarak hedef ülkenin siyasi kararlılığını çökertme ve içten teslim almaya dönük olacaktır” diyerek bugünü tarif ediyorlar.
Asıl cephe: Hukuk ve medya...
Ordunun, “orta düzeyli savaş” aktörü PKK ‘ya karşı “kent savaşı” verirken, adliye koridorlarının bu ölçüde hareketli olması ve “muhalefet” adına konuştuklarını savunanların selfie’li gösterileriyle karşılaşılması tabii ki bir tesadüf değil. Küresel sistem, ulusal hukuk sisteminin hedef ülkenin siyasi bağışıklık sistemini çökertmenin yolunu açıyor. Örneğini burada 17/25 Aralık’ta gördük, devamını Brezilya’da izliyoruz!..
Sosyal medya, kafaların karıştırılmasında “anlık” etkisini artırıyor, geleneksel medya ise, kafa karışıklığının sabitlenmesi görevini üstleniyor. Sosyal medyanın, İngiltere’de “mahkemesiz” uygulama ile doğrudan İngiliz İçişleri Bakanlığı’nın filtresine bağlanması, buna karşılık Türk mahkemelerinin verdiği kararların “küresel tartışma konusu” yapılması tabii ki dikkat çekici...
...Veya, hiç bir belgeye dayanmayan, imza sahibinin ifadesiyle “duyum” içeren MİT TIR’ları manşetinin, ülkeyi kendisi açısından hayati önemdeki bir bölgede hareketsiz bırakması da...
Türkiye, medyasının bir bölümünün “vekalet savaşının içe sızmış 5’nci kolu” gibi davrandığı bir dönemden geçiyor, bu, PKK’nın silahlı saldırılarından daha tehlikelidir. Sokaktaki insan teröristi tanımlar, ama, sızmayı fark etmesi zaman alır...
Türkiye, Taraf gazetesinin manşetleri kullanılarak, bugün hepsi yurtdışına kaçmış hakim ve savcıların yarattığı kumpas davalarda ordusunun çökertilmesi harekatını yaşamadı mı? Veya, canlı bomba taziyesine giden o milletvekili, hangi gücün vekiliydi?
Gerçek düşmanın kendini çok iyi sakladığı riskli bir dönem... Artık, dikkat!..