İstihbarat işlerine meraklı olanlar bilecektir; terör örgütleri, kendi başlarına ve “yalıtılmış” yapılar değildir...
Önce, bir iklime ihtiyaç duyarlar.
Sonra, kendilerini sevk ve idare edecek bir güce...
Haddizatında terör örgütleri varlıklarını büyük ölçüde kendilerini sevk ve idare eden gücün (yani terörü siyasi enstrüman olarak kullanan devletlerin yahut küresel çıkar gruplarının) arkalamasına borçludurlar.
REİNAsaldırısını kim yaptı?
Ne fark eder?
Ha DEAŞ, ha PKK...
Hangi örgüt yapmış olursa olsun, terörle murat edilen sonuç değişmiyor.
Ülkemiz, nicedir, sistematik terörün hedefinde...
Başta PKK olmak üzere, DEAŞ’ı, FETÖ’sü, MLKP’si, DHKP-C’si, PYD’si TAK’ı sırayla sahne alıyor.
Konuşmamız gereken asıl konu, bu örgütlerin arkasındaki güç... Hangi devlet, hangi konsorsiyum, hangi çıkar grupları ve bizden ne istiyorlar?
Daha önce de yazmıştım:
Terör, evet, “terörist” olarak adlandırılan kişilerin başvurduğu bir “kendini ifade etme yöntemi”, bir siyasal mesaj aracıdır ve çoğu zaman öldürmeyi, korkutmayı, yıldırmayı hedeflemektedir ama sadece bu değildir.
Terör, aynı zamanda bir alışveriştir.
Bir ticarettir.
Getirisi de, bu enstrümanı kullanan/kullanabilen ülkeler açısından oldukça yüksektir...
Bir kez daha rahmetli Mahir Kaynak’a kulak verelim: “Terör konusundaki temel yanılgı, terör örgütlerinin devletlerden bağımsız, onların dışında ve karşısındaki birtakım yapılar olarak düşünülmesidir. Oysa çok güçlü ve profesyonel devlet kurumlarının karşısında, bir avuç insanın sınırlı kaynaklarla kurdukları örgütlerin yaşama şansı yoktur. İşin gerçeği terör örgütlerinin devletler ve onların organları tarafından kullanılmasıdır. Yani terörist meşru yapının karşısında değil onun emrinde ve hizmetindeki olan yapılardır.”
Buradan çıkarmamız gereken sonuç şu:
REİNA saldırısını düzenleyenler, taşeronluğunu üstlendikleri devlet (yahut konsorsiyum) adına bir mesaj verdiler.
Ne murat ettiklerini (hangi “tavizler”in peşinde olduklarını) ülkeyi ve toplumu yönetenlerin “anlamasını” istediler/umdular.
PKK’nın Kayseri saldırısından sonra “aydın” olduğunu ileri süren birtakım şebelekler, terör örgütünün ne istediğini (ne murat ettiğini) şu şekilde “vuzuha” (!) kavuşturmuşlardı: Cumhurbaşkanlığı sisteminden vazgeçilmeli, OHAL uygulaması sona ermeli, tutuklu siyasetçiler ve darbeciler (“darbeci” demiyorlar elbette, “mağdurlar” diyorlar)derhal salıverilmeli, Can Dündar gibilerin sürgünlüğü sona ermeli ve yeniden çözüm sürecine dönülmeli...
Ülkeyi yönetenler REİNA saldırısında hangi mesajı aldılar bilmiyorum ama asıl mesaj, bence, müttefikimiz Amerika’nın “teröre karşı işbirliği” çağrısında gizliydi.
Hani, ‘katil mutlaka cinayet yerine döner’ diye bir kabul var...
Barack Obama, REİNA saldırısından hemen sonra telefon açarak “başsağlığı” diledi ve “teröre karşı ortak çalışma” telifinde bulundu. Yani, bir anlamda “cinayet mahalline” döndü.
Obama’ya verilmesi gereken cevap şu olmalıdır:
DEAŞ’ından PKK’sına, YPG’sinden FETÖ’süne, bütün terör örgütlerini sevk ve idare eden, onlara hamilik yapan, silah ve mühimmat yardımında bulunan sizsiniz.
Samimiyetinize inandırmak istiyorsanız üç şey yapmalısınız:
BİR- Terör örgütlerine silah yardımını kesmelisiniz.
İKİ- Türkiye’nin DEAŞ’a karşı yürüttüğü savaşa “koalisyon gücü” olarak hava desteği sunmalısınız.
ÜÇ- Her melanetin müsebbibi olan (darbe yaptıran, Rus Büyükelçi’yi öldürten, terör örgütlerine istihbarat desteği sağlayan) bunak teröristi iade etmelisiniz.