O sabah pek heycanlıydı. Yataktan fırladığı gibi Etro eşofmanını giydi, ezberine yerleştirdiği tek şiiri, “İstanbul’u Dinliyorum” u mırıldana mırıldana başbakanlık konutunun arka bahçesine çıktı. Önce bahçenin çevresinde iki tur koştu; üç fidan, dört çiçeği telef etti; hızını alamayıp kahvaltı masasına çarptı; bardaklar yere düştü. Arka kapının yanında duran koruması derin bir nefes aldı, gözlerini devirdi, içeri seslenip Dürdane Hanımı çağırdı ki gelsin sağa sola devrilmiş bardakları toplasın. Biraz sonra gazeteciler gelecekti kahvaltıya; kim bilir neler soracaklardı neler. Yahu şunun şurasında koalisyonun başına geçeli üç ay olmuştu. “Bu adamlara fark etmez; ne yapar eder eleştirecek birşey bulurlar!” demişti biri...Kimdi diyen? Önemli değildi; önemli olan birinin demiş olmasıydı! Gülümsedi bıyık altından; aradığını bulmuşlara özgü bir gülümsemeyle.
Az sonra, eliyle birer birer seçtiği gazeteciler gelmiş masanın çevresine dizilmişti. Yürüdü, yerine geçti.
“Günaydın arkadaşlar.. Nasılsınız bakalım? İyisiniz iyi iyi..”
Akıl hocası ona böyle öğretmişti. “Soruyu sen soracaksın; cevabı da sen vereceksin ki, adamlar şaşırsın; başka soru sormak akıllarına gelmesin!”
“Biliyorum biz iktidara gelince...şey arttı...ne oldu şey? Ben söyliim, tam tamına bir lira arttı..”
“Dolardan mı söz ediyorsunuz?”
“Evet...ondan...dolardan. Artmışsa...artmıştır. Artar..artmayacak mıydı? Hem ne kadar arttı? Hepi topu bir simit boyu!”
“Ne demek o?”
“Ne demek o Başbakanım! Soruyu doğru soracaksın önce! Simit boyu demek bir lira demek. Yani iki buçuk lira artı bir simit verirsen bankadan dolarını alırsın ya da iki yüz elli lira artı yüz simite yüz dolar.”
“Bankalar simit kabul ediyor mu?”
“Eder. Arkadaşlarımız üzerinde çalışıyor...yakında simit artı iki buçuğa bir dolar anlaşması imzalanacak. Bak gene soru sorarken başbakanım demeyi unuttun. Ya ben cevap vermeseydim? Soru öyle havada kalsaydı! Ne yapardın? ‘Soru havada kaldı’ diye başlık atardın. Ama kalmadı, soru cevabsız bırakılmadı!”
“Sayın başbakanım...
“Hah işte! Soru böyle sorulur. Ben senin başbakanım diyen ağzını severim. Arkadaşlarımız üzerinde çalışıyor, çok yakında bir açıklama yapacağız.”
“Hangi konuda... başbakanım?”
“Hangi konuda olacak o sorduğun şeyle ilgili işte...”
“Daha birşey sormadım efendim...başbakanım...yani...”
“Çalışıyoruz, geceli gündüzlü...arkadaşlarım size bilgi verecek...” Öööf pek sıkılmıştı bu sorulardan! Ne yapardı Cumhurbaşkanı böyle bir durumda? Şey demişti biri...başbakanlığı sırasında bir konuyu vurgulamak için şiir okurdu, demişti...Tamam. İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı...Bak adama bak adama, ha?! Hiç birşey yalnız kulakla dinlenmez; bazen gözle de dinlenir arkadaşlar! Hacı Bektaş Veli hazretlerinin pek güzel bir şiiridir bu...”
“Orhan Veli...”
“Oğlu mu?”
“Kimin?”
“Hacı Bektaş’ın..Veli’nin yani? Olabilir niye olmasın; ikisinin soyadı da aynı...Neyse şeyi bırakalım, şiiiri miiri de kahvaltı edelim. Bakın bu ananas...yemesine doyum olamas... olamaz...” Al sana kafiye...İster misin ben de şair olup çıkayım. Ecevit’den sonra ikinci halk şairi başbakan da ben olurum....Başbakan..valla kulağa ne güzel geliyor...başbakan, başbakan, başbakan.....