Geçtiğimiz hafta SETA’nın organizasyonuyla Washington’daydık. Hem İnsight Turkey Dergisi’nin düzenlediği panelde Türkiye’yi konuştuk, hem de Türkiye’yi yakından izleyen merkezlerde 30 Mart sonrasını anlattık.
Öncelikle şunu söyleyeyim, Erdoğan’ın 30 Mart seçim zaferi Türkiye’ye ilişkin üretilen belirsizlik, kırılganlık ve devamlılık endişelerini bitirmiş durumda. Geleceği, diğer müttefiklerle kıyaslanamayacak kadar belirgin, ölçülebilir ve tahmin edilebilir bir Türkiye profili var ABD’nin başkentinde. Bununla birlikte ağır önyargılar ve hak edilmemiş kanaatler var. Bilhassa da Erdoğan algısına yönelik ciddi ve sistematik kampanyaların bazı sonuçlarının veri olarak alındığı gerçeği göz ardı edilemez.
Görüşme trafiğimiz içinde Beyaz Saray, Dışişleri, Near East South Asia Center For Stratejik Studies, Center For American Progress, El Cezire America gibi resmi kuruluşlar, think tank merkezleri, medya ve çok sayıda gazeteci vardı.
Evet önyargı ama aynı zamanda büyük bir merak da var.
Önyargılar... Basın özgürlüğü sorunu ve iktidarın sistem üzerindeki ağırlığı. HSYK yasasından twitter kararına kadar her şey merak konusu. Gayet tabii ki Gülen Grubu’nun ne yapmaya çalıştığı ve demokrasi üzerindeki yıkıcı etkileri de...
Türkiye’nin yaşadığı değişimi anlamadan, olup biten hiçbir şeyi anlayabilmek mümkün değil. On yılların güç dağılımının değişmekte olduğu, eski imtiyaz sahiplerinin yaşanan her demokratik gelişmeye doğal bir reaksiyon gösterdiği de kesinlikle ıskalanamaz. Türkiye, sert ve keskin bir muhalefetin sergilendiği bir demokrasi ama ne var ki her tepki demokratikleşme amacı içermiyor. Bilakis, daha fazla demokrasinin yıllardır lehlerine oluşmuş yerleşik güç dağılımını sarsmasından endişe eden kesimlerin kaygısı yaşanıyor. Sokağa çıkmak, Gezi parkında olmak demokratik bir görüntü ama talepler ve istenilen Türkiye sanılanın aksine çoğu kez demokratik değil...
Türkiye’ye özgü bir paradoks yaşıyoruz ve Amerika’dan bakıldığında bunun bir çırpıda anlaşılmasını bekleyemeyiz. Bu paradoksu; değişim sancılarının derinliğini anlayanların da Türkiye’ye karşı dürüst davranması beklenemez. Sonuçta müttefik de olsa çıkarları her zaman örtüşmeyen iki ayrı ülkeden söz ediyoruz.
Nitekim, konuşmalar ve tartışmalar biraz derinleştikçe temel meselenin Mısır ve Suriye dosyalarındaki farklılıklar olduğu da anlaşılıyor.
Türkiye’nin her iki konuda da demokratik ve insan haklarına dayalı değişmeyen pozisyonları var. ABD yönetiminin ise bu konularda duyarsızlık ve eylemsizlik içinde olduğu sır değil. Bununla birlikte Türkiye’nin her iki konuda yeni bir söylem geliştirmesi de bekleniyor. Ama uzun süredir Türkiye bastırdıkça Amerika’dan cevap bazen diplomasiden değil, basın özgürlüğü ve otoriterleşme bahsinden geliyor.
Elbette, Amerika’nın kendi politik tutarsızlık ve çelişkilerini görmezden gelmek veya tartıştırmamak gibi doğal bir imtiyazı bulunuyor!
Bir gazeteci şunu söyledi:
“Mısır’da Sisi’nin yaptığı şeye neden darbe diyemiyoruz? Sebebi basit... Darbe dersek kanun gereği Mısır’a yardım yapamayız. Bu da önemli değil aynı zamanda ticari ilişkilerimizi kesmek zorunda kalırız. General Electric ve Chrysler gibi şirketlerin kontratlarını iptal etmemiz gerekir. Bu da Missouri’de 20 bin kişinin birden işsiz kalması demek. İnsanlar işsiz kalınca Demokratlar o bölgede ve ülkede seçimi kaybeder. Kimse de o insanlara biz Mısır’da Suriye’de demokrasi için bunu yaptık, siz de işsiz kaldınız diyemez...”
Görünen o ki Obama yönetimi, Ortadoğu’daki eylemsizliği dünyanın geri kalanı kadar dert etmiyor ve durumu sürdürecek. Ortak kanaat, “Obama kendisini bölgeden çekip iç politikaya yoğunlaştı” şeklinde. ABD, sadece ulusal çıkarını ilgilendiren konulara ağılık verecek.
Türkiye ve Erdoğan ise, kaygıları anlaşılan ve vazgeçilemeyecek bir ülke ve lider olma konumunu özellikle 30 Mart’tan sonra güçlendirerek devam ettiriyor.
Ama çoğu kasıtlı ve yanlış bilgi ve istatistiklere dayalı hak edilmemiş bir imaj da Türkiye’nin pırıltısını gölgeliyor.
Bu durumda, Türkiye’nin daha fazla ve daha sıklıkla kendisini anlatmak ihtiyacı olduğunu anlatmaya gerek yok her halde...
‘Komplekssiz aydın’ bakışıyla Türkiye
Washington’daki panelde ve sonrasındaki görüşmelerde kim vardı? Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan, Oral Çalışlar, SETA Başkanı Taha Özhan, Hatem Ete ve SETA DC Direktörü Erol Aslan Cebeci ile yoğun bir tur yaptık.
Turdan önce panel vardı ve beklenenin üzerinde bir ilgi gördü. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın açılış konuşmasını yaptığı panelde ise Amerikalı stratejistler, yazarlar ve aydınların yan sıra Prof. Dr. Talip Küçükcan, Prof. Dr. Fuat Keyman, Yılmaz Ensaroğlu ve Ufuk Ulutaş gibi isimler başarılı sunumlar yaptı. Keyman’ın AK Parti üzerine yaptığı sunum akademik olarak yaratıcı ve etkiliydi. Atalay da bir açılış konuşmasının verdiği süre içinde Türk demokrasisinin dinamik seyrini çok güzel ifade etti.
Kabul edelim... Kapı kapı dolaşıp yalanlarla ve tek yanlı bakışlarla Türkiye’yi anlatan değil sadece şikayet eden gazeteci ve yazar grupları her yerde olduğu gibi ABD’de büyük tahribat yaratmış. Ama, bu ülkenin Bayramoğlu, Mahçupyan, Çalışlar, Özhan, Ete gibi çok değerli aydınları da var. Komplekse kapılmadan ve ezilip büzülmeden bir parçası oldukları demokratik gelişimi anlatıyorlar. Retoriksiz, gerçekçi, dürüst ve elbette demokrasi adına umut verici bir aydın profili... Bir kez daha görüldü ki ideolojik aidiyetlere ve öfkelere esir olmadan, gerçeği anlatmak; eski Türkiye’nin değil yeni Türkiye’nin sesini yansıtmak çok değerli bir entelektüel sermayedir.