Orhan Veli’nin dillere pelesenk olmuş şiiridir: “Neler yapmadık şu vatan için! / Kimimiz öldük; / Kimimiz nutuk söyledik.”
Bu şiir, şiir değerinden ziyade, “laf sokma” niteliğiyle tedavülde kalmıştır, başka da bir önemi yoktur.
Aynı zamanda politik bir kişi olan ve “en aydınlanmış” şairlerimizden Orhan Veli, vatanı sevme tekelini elinde bulunduran politik zevatla ödeşmesini, demek ki bu şekilde yapmayı uygun görmüş.
Fena da olmamış.
Yaşasaydı, vatan için dört tırnağını kaybeden Kemal Kılıçdaroğlu için de iki satır bir şeyler çiziktirir miydi?
Olay, çünkü, “şiir”e çok uygun.
Bu tür “karikatür” durumlar için de söylenecek iki mısra vardır herhalde.
Konu şu:
Cumhuriyet tarihi boyunca sergilenmiş adaletsizlikleri içine sindiren (hatta “devrim”le sonuçlandığı için 27 Mayıs tarzı adaletsizlikleri memnuniyetle karşılayan) Kılıçdaroğlu, partisinin bir milletvekili (Enis Berberoğlu) casusluk davasında hüküm giyince yollara düştü.
Ankara’dan İstanbul’a yürüdü...
Bütün yeminli Erdoğan düşmanlarını da peşinden sürükledi.
Partisinin başka milletvekilleri de türlü “adaletsizliklere” maruz kalmıştı...
Mesela Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan, bir “kumpas”la içeri tıkılmışlardı.
Hatta Tuncay Özkan ölümden dönmüştü.
Gerçi o sırada CHP milletvekili değillerdi ama siyaseten CHP’yle yan yana duruyorlardı, CHP’nin “iddialarını” seslendiriyorlardı.
Kılıçdaroğlu o dönemde bir “yürüyüş” eylemeyi düşünmedi, adalet mitingleri tertiplemedi.
Bırakın yürüyüşü, “adalet” sözcüğünü bile ağzına almadı.
Konu bir ucundan FETÖ’ye dokunduğu, MİT TIR’ları hadisesi Fetullahçı bir girişim olduğu ve CHP de bu “kumpas”ta pay sahibi bulunduğu için mi yollara düşme gereği duydu?
Bilemiyoruz ama verilen hiçbir cevap tatmin etmiyor bizi.
Çünkü aynı Kılıçdaroğlu, Ergenekon ve Balyoz sürecini sadece siyasi iktidarı suçlayarak geçirmiş, o dönemde “cemaat” olarak anılan yapıya karşı tek söz söylememişti.
Hatta “örgüt”le ilgili soruları (“Emniyet’te ve Yargı’da bir cemaat yapılanması olduğunu düşünüyor musunuz?”) “sanmam” cevabıyla geçiştirmişti.
Sanmazmış...
Çünkü elinde bilgi ve belge olmadan konuşmazmış.
Elinde bilgi ve belge olmadan siyasi rakiplerine iftira atmayı biliyordu ama... “AK Parti’de şu kadar ByLock’lu milletvekili var” diyebiliyordu.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü içeride ve dışarıda büyük yankı buldu ama bana sorarsanız boşa gitti.
Beklenen “büyük çalkantı” gerçekleşmedi.
Devrim olacaktı, olmadı...
İkinci bir Gezi nümayişi başlayacaktı, başlayamadı.
Yürüyüş, dünyanın boşa gitmiş ilk ve tek büyük etkinliği olarak kaldı ve fiil sahibine “nafile yorgunluk” dışında bir şey kazandırmadı.
Bu açığı kapatmak, yani yürüyüşü anlamlı ve kalıcı hale getirmek için “taraftarlar” şu sıra yoğun bir çalışma içindeler.
Bu çalışma çerçevesinde, Doğan Yayınları, Şükrü Küçükşahin imzalı bir kitap/albüm yayınladı. Kitapta çok sayıda fotoğraf ve “kanaat önderi görüşü” yer alıyor.
Meğer bu yürüyüşte ne tehlikeler atlatılmış da, haberimiz yokmuş.
Kemal Bey dört tırnağını kaybetmiş.
Bu büyük zayiatı, taraftarları, “bedel ödemeden olmaz” diye yorumluyor.
Olabilir de...
Kemal Bey de böyle yorumluyor: “Bedel ödemeden olmaz...”
Kimi vatan için canını veriyor, kimi darbeye maruz kalıp gece yarısı çocukları ve torunlarıyla birlikte “ölüm yolculuğuna” çıkıyor, kimi paletlerin altında eziliyor.
Kemal Bey de dört değerli tırnağını feda etmiş.
Bunun şiiri yazılmalı.
Bu çerçevede Koç Müzesi’ne de iş düşüyor tabii...
O tırnaklar neredeyse, derhal bulunup değerli ayakkabılarla birlikte müzede teşhir edilmeli, altına da Orhan Veli’nin şiirinden mülhem, duruma uygun bir “uyarlama” yazılmalı!