Kalkmış, o kadar yolu tepip Marmaris’ten Akyaka’ya (Gökova) kadar gelmişler; aralarında “Kızım on gün önce çocuk sahibi oldu; yanında kalmayıp buraya geldim” diyen bir nine bile var... Kapıdakilere o kadar munis görünmüşler ki, en tepe görevli, “Davetli değiller, ama hepsi halim-selim insanlar” dediği için içeri alınmışlar...
O halim-selim görüntülü insanları heyetin karşısına çıktıklarındaki halleriyle çocukları ve torunlarının tanıyabileceğini sanmıyorum...
Biri, hem de yeni nine olanı, göğsünü yumruklayarak “Ülkemiz bölünüyor...” diye bağrışıyor; diğeri, duvardaki otele ait Atatürk posterinin neden mavi zemin üzerine çizildiğinin hesabını kürsüdekilere soruyor; salonda Türk bayrağı bulunmayacağı önyargısıyla gelmiş öteki, ne yapacağını bilemeyerek, elindeki bayrağı bazen yere çarpıyor...
Dışarıya çıkınca kendileri gibi düşünenlere içerideki kahramanlıklarını hangi dille anlattıklarını tahminde zorlanmıyorum; belki onlar tahminde zorlanabilir diye geride bıraktıklarının halet-i ruhiyesini aktarmakta yarar var: Bazısı kendileri gibi uzak mesafeden gelmiş ‘örgütlü olmayan’ katılımcılar neye uğradıklarını şaşırdı... Nine ve eylem arkadaşları tabloya dahil olmadan önce, yani toplantının başlarında, eleştirel sorularıyla kürsüdekileri sıkıştıranlardan çoğu 180 derece tavır değiştirdiler...
Kürsüdekiler ise, orada geçirdikleri iki gün boyunca, olay ne zaman akıllarına gelse bol bol güldü; taklit yeteneği olan bir gözlemcinin hareketleri onları pek eğlendirdi.
Yıllardır gözlem yaparak insanoğlu hakkında bir fikre sahip olduğumu sanıyorum; ‘âkil insanlar’ adını taşıyan heyetin toplantılarını izlerken daha önce edindiğim fikri tazeleme ihtiyacı duymaya başladım. İnsan türü içerisinde ‘zoraki muhalif’ diye bir cins daha var: Dinlediklerini anlamaya yanaşmayan, anlattıklarında insicam bulunup bulunmadığına dikkat etmeyen, kendilerini ne duruma düşürdüklerinin hiç mi hiç farkına varmayan yaşı biraz ileri bir tür bu...
Şimdilerde ‘âkil insanlar’ karşısında gösteri yapıyorlar...
Akyaka’da yaşanan olayda içeri girebilmek için pek çok kişiyi kandırmaları gerekti; kandırdıklarından bazısı muhtemelen kendilerine yakın duranlardı. İçeri girdiklerinde toplantıyı hedefinden saptırmak için yapmadık şey bırakmadıkları ortamın bazı konukları da başlangıçta onları kendilerine uzak hissetmiyordu; gösterileri bittiğinde onları kaybettiler.
Kilometrelerce yolu bu sonucu almak için katettilerse mesele yok...
Âkiller heyetlerinin görevleri bazı bölgelerde sona erdi; kapsama alanlarına giren bölge illerini kendilerine ayrılan süre içerisinde gezip bitirdikleri için... Görevlerini tamamlayanlardan biri Ege heyeti... Sekiz il ve pek çok ilçede değişik sayıda kalabalıklarla biraraya gelmelerini sağlayan 65 kadar toplantı yaptı heyet...
Ege ‘çözüm süreci’ne en fazla karşı çıkanın bulunduğu bölge; ya da öyle biliniyor... 4 Nisan günü yapılan ilk toplantıda, Başbakan Tayyip Erdoğan, “Sürece ‘hayır’ diyenler yüzde 49.5, ‘evet’ diyenler yüzde 43.5” demişti Ege bölgesi için... İki ayın sonunda heyetin yaptığı durum muhasebesine göre, bu oranlar, hiç değilse şimdi için, gerçeği yansıtmıyor...
Destek kesinlikle çok daha yüksek oranda heyet üyelerine göre...
Toplantı sırasında heyet üyelerinden biri şunu söyledi: “Övünmek istemeyiz, ama bu görev süresi içerisinde pek çok şey olumluya değişti. İki ay önce ilk durak İzmir’e gittiğimizde, CHP’li belediye başkanı heyetle görüşmek istememiş, yalnızca CHP’den milletvekilliği, genel sekreterlik ve bakanlık yapmış heyet başkanıyla biraraya gelmişti. Aynı başkan, heyetin görevini tamamladığı hafta, Diyarbakır’da Osman Baydemir’le halay çekip ‘Ben partimi değil, gönlümü dinledim’ demekte bir beis görmedi.”
İki ayın sonunda, ilk toplantılar sırasında dile getirilen kuşku, endişe, kaygı ve korkuların çoğunun yokolduğu sorulardan anlaşılır olmuştu zaten...
Hiç kaybolmayan ise, Muğla’daki göğsünü-bağrını yırtan ninenin de yönelttiği “Kaç para alıyorsunuz?” sorusuydu.
Bu tür ‘vatani’ görevlerin bedava yapılabileceğini aklı kesmeyenlerin sorusu...