Kuşkusuz zor bir dönemden geçiyoruz. Türkiye, gerek kendi iç sorunları ve dengeleri, gerekse bölgesel ve küresel ölçekte yeniden şekillenen denge oyunu üzerinden sıkıntılı günler yaşıyor.
Böyle zamanlarda belki de en zor olan, verdiğiniz mücadele kadar, kendi değerleriniz üzerinden tarif ettiğiniz duruşunuzu korumaktır. Hiçbir mücadele, onu verenlerin duruşundan ayrı ele alınamaz.
Son birkaç yıldır siyasetten hayatın tüm alanlarına kadar her yerde muazzam bir gerilim var. Bu gerilim bir yandan var olan ayrşmaları derinleştiriyor; diğer yandan yenilerini üretiyor ne yazık ki. Türkiye’nin nereye gideceği ve bu yolculuğun kimin lehine ya da aleyhine olacağı kavgasında herkesin bir safı var elbette. Herkes dünyaya nasıl baktığına, zihninde ve kalbinde nasıl bir değerler bütünü taşıdığına veya taşımadığına göre safını belirliyor.
Ama hayat safınızı belirlemekten ibaret değil. En az seçtiğiniz yer kadar değerli olan, az önce ifade etmeye çalıştığım ‘duruş’. Onu koruyamadığınız takdirde kiminle ve hangi değer adına mücadele ettiğinizin önemi kalmıyor. Bir bakıyorsunuz ki onlara benzemişsiniz. Hatta bir bakıyorsunuz ki aslında onların istediği de sizin o duruşunuzu kaybetmeniz.
Dileyen yanlış anlayabilir, doğrusu umrumda değil. Mücadele etmemekten, seyirci kalmaktan, size tokat atana diğer yanağınızı çevirmekten söz etmiyorum. Böyle bir hale katlanmak zilletin ta kendisidir. Ama eğer yazık ki pek hatırlamadğımız kavramlarımızla konuşursak, bize en çok yakışanın ‘vakar’ olduğunu görebiliriz.
Bizim kuralsız, yeri geldiğinde tüm değerleri bir kenara bırakabilecek bir mücadeleye ve üsluba asla ihtiyacımız yok. Ağzımıza geleni söylemek ya da yazmak, aklımıza eseni gündeme getirmek; hele karşı taraf öyle yapıyor gerekçesiyle değer tanımamak vakar sahiplerinin meşrebi olamaz.
Biliyorum. Çok çirkin, yakışıksız, neredeyse hep belden aşağı vuran saldırılarla karşı karşıya kalıyoruz. Ne ahlak, ne hukuk, ne değer ve ne de kural tanımayan bu saldırılar karşısında öfke çok ama çok hoş geliyor belki. İşte tuzak tam da burada zaten. Sizi kendi bataklığına çekmek isteyenlerin, sizi kendilerine benzetmek isteyenlerin tuzağı bu. Oraya bir defa girdiniz mi, çıkış kolay değil. Çünkü orada kimin ne adına mücadele ettiğini ayırdetmek mümkün değil.
Son birkaç yılda bu topraklarda hiç kimse Tayyip Erdoğan kadar saldırıya uğramadı. Şahsı, ailesi ve hayatında değer verdiği ne varsa az önce bahsettiğim çevreler, her türlü değeri bir kenara bırakarak bu saldırıları devam ettirdiler. Elbette bunun asıl nedeni, dün başbakan, bugün cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın kafasındaki ve hayalindeki Türkiye. Ama öylesine acımasızca yürütüldü ki bu kampanya ve hala öyle çirkin biçimde devam ediyor ki, doğrusu tahammül etmek çok zor. Bir insanın şahsına ve daha da önemlisi ailesine yönelik bu kadar ağır saldırının, ne özgürlüklerle, ne de başka gerekçelerle açıklanması mümkün değil.
Peki; bakın o zaman bu saldırılar karşısında Tayyip Erdoğan neler söylemiş? Onun şahsına ve mahremiyetine dönük bu ittifak karşısında nasıl bir vakarla durduğunu görmezsek, kimin neyin mücadelesini verdiğini anlayamayız.
Vakar ki bize en çok yakışandır. Kişisel hesaplaşmaları geride bırakan, birilerinin bizi çekmek istediği bataklıktan uzak duran; ama sonuna kadar kararlı bir mücadele.