Türkiye’de takımların, teknik direktörlerin ve futbolcuların “İyi futbol oynamak” gibi bir dertleri yok... Hedefleri, 3 puanı (Ya da duruma göre bir puanı) nasıl elde edecekleri üstüne... Kötü futbol bunu sağlıyorsa, sorun etmezler.
Futbolcular, takımlarının şampiyon olmasıyla doğrudan ilgili değiller. Dertleri, maç başı parasıdır. Çoğu, maç başı parasını (Aksamadan) alabilmek için; sakatlanmak riskinden uzak kalır ve sert ikili mücadelelere girmez. Ya da girmemeye özen gösterir.
Bir çoğunun iyi oynamak gibi isteği de yoktur. Askerlikteki gibi; “Ne fazla göze girmek ne de fazla geride kalmak” istemeden, vaziyeti idare etmeye çalışırlar. Hiçbir getirisi ya da çok az getirisi olduğu için; milli maçları da külfet olarak görürler. Sakatlanıp kulübündeki gelirlerinden mahrum kalma korkusu, bu külfet duygusunu daha da körükler.
Eskiden sözleşmeler, Türkiye’de en çok 2 yılla sınırlıydı. Şimdi 5 yıl üzerinden yapılıyor... Bu kadar uzun süreli ve Euro üzerinden yüksek gelir seviyeli “Garanti Para” düzeni, futbolcuları rahatlığa (Hatta sorumsuzluğa) yönlendirdi. Yan gelip yatma alışkanlığı başladı.
Türkiye ligindeki futbolun kaç zamandır saman lezzeti veren kuru, tatsız ve çapsız hali ; işte bu yüzden.
* * *
Beşiktaş’ın Sivas karşısında (Belki de son 4-5 yıldır ilk kez) sergilediği 90 dakikanın her kademesinde tam süre etkin, yaratıcı ve hırslı futbolu; bize geçmişin bu yöndeki amatör heyecanlarına götürdü. Demek ki, futbol ateşi tam anlamıyla ölmemiş... Hala umudumuz var.
Beşiktaş’ın elbette iyi oynadığı maçlar vardı ama; oyunun bütününe yayılan süreklilik yoktu. İlk yarıda iyiyse, ikinci yarıda kötü... Ya da tam tersi bir durum olurdu. Veya ilk ya da ikinci yarı fark etmeden; oyunun muhtelif bölümlerinde sıkça gel-gitler yaşardı. Oysa Sivas karşılaşması; dakika bir-dakika doksan, tam saha ve tam süre güzel bir Beşiktaş armağan etti bize... Demek ki, isteyince oluyormuş.
Umarım iyi futbol, bundan sonra her kulübün öncelikli hedefi haline gelir..