“Milletlerin dostları yokdur; sâdece muvakkat menfaat örtüşmeleri vardır.”
Bu sözü General Charles André Joseph Marie de Gaulle ( 1890-1970) 1962 Yılı’nda Paris’de telaffuz etdiği zaman bütün dünyâ onun ne kadar büyük bir devlet adamı olduğunu, bu cümleyle bir kere daha ısbatladığı konusunda ittifak hâlindeydi.
Ama aynı cümleyi 1947 Yılı’nda, yâni ondan 15 sene evvel, Atsız (1905-1975) Istanbul’da ağzına almak “hadsizliğinde” bulunduğu zaman ise ülkenin bütün “mûteber” basın organları tarafından “ırkçılık” ile suçlanmış ve memleketin, bu tür “zararlı unsurlardan temizlenmesi” talebi dile getirilmişdi.
Lütfen yanlış anlaşılmasın:
Ben burada Atsız’ın “ırkçı” olup olmadığı meselesini tartışmıyorum.
Benim hayretimi mûcib olan, Atsız’ın ırkçılıkla ilgili görüşlerinin “bu” vesîleyle dile getirirlip arada bir irtibat kurulmak istenmesi.
Bu bana, Sovyetler devrinde Moskova’yı ziyâret eden bir Amerikalı turiste görevli rehberin, Kızıl Meydan’da her dakıyka en az 300/400 kadar en modern şehir otobüsü işlediği palavrasını sıkdıkdan sonra ikisinin oraya gitmesini ve Amerikalının, altı yedi dakıyka bakıp “İyi de altı dakıykada sâdece üç eski püskü, döküntü otobüs geçdi.” demesi üzerine Rehberin “Ama siz de Kızılderilileri katletdiniz!” karşılığını vermesini hatırlatdı.
Anlaşılan, bir fikrin doğru ve yanlış olması kadar nerede ve ne zaman söylendiği de önemli bir rol oynuyor.
Meselâ bugün biri çıkıp da Güneş Sistemi’ni, hepimize daha ilkokullardan öğretilen Copernicus kurallarına göre anlatsa kimse herhangi bir tepki vermez; hattâ bilenlerden bâzıları sıkılıp oradan uzaklaşır bile.
Ama Galileo Galilei (1564-1641/42?) aynı şeyleri oturup 1637’de bir kitabına alarak, zâten bu “eski köye yeni âdet çıkaran” ve bu yüzden başı Kilise ile belâda olan Copernicus’u da doğrulayıcı mâhiyetde lakırdılar edince diri diri yakılmakdan paçasını zor kurtarmışdı.
Bir de kendisinden önemli bilgiler beklenen kimselerin, bin dereden su getirip daldan dala konarak işi gargaraya getirmeleri ve bir türlü o taleb edilen, hattâ merakla beklenen mâlûmâtı veremeyişleri durumu var ki hâlen CHP ile MHP aynen buna birer örnek teşkîl ediyorlar.
Bu iki kuruluş Başbakan Erdoğan’dan nefret ediyor.
Olabilir. Kendilerince birtakım sebebleri de vardır herhalde. Onu kıyasıya eleştirmeleri ve ak dediğine kara demeleri de haklarıdır.
Demokrasilerde muhâlefet zâten eleştiri için var.
Tamam da herhangi bir şeyi, yâhut daha doğrusu bu bağlamda hiçbir şeyi, beğenmeyen kimselerin himmet edip bir de “doğrusunun” nasıl olacağını bizlere anlatmaları gerekmez mi?
Anladık, Erdoğan berbad!
Nefret edelim; gidip camlarını da taşlayarak biraz hırsımızı alalım!
İyi de, Birâder, lûtfedip bizlere, camları taşladıkdan sonra ne yapacağımızı da söylesene!
Ne bileyim, müteâkıben nezih bir şekilde dağılarak evlerimize mi döneceğiz, meyhâneye uzanıp kafayı mı çekeceğiz, yoksa halay mı çekeceğiz, ne yapacağız onu da anlat ki müsterîh olalım!
Hazır açılmışken; bir de Kürd milliyetyçilerinden kendi “Türkiye tasavvurları”nı işitsek...
Evet, sizi dinliyorum.
Efendim?
Farketmez, ben uzun hikâyelere bayılırım!
Biborin! Ji kerema xwe! Min fehm nekir. Hûn dikarin dubare bikin ji kerema xwe?