Cuma günü Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanı Sarkisyan’a gönderilen Çanakkale Savaşları’nın 100’üncü yıldönümüne katılım davetine cevap geldiği medyaya yansıdı. Sarkisyan cevabında 24 Nisan tarihinin kendileri açısından önemine değinmekte, ne anlama geldiğini anlatmakta, daha önce 18 Mart tarihinde yapılan anma ve kutlamaların neden ileriye alındığını sorgulanmaktaydı.
Basına yansıdığı şekliyle son derece “samimi” bir üslupla yazılmış, bir takım tarihi gerçeklerin hatırlatıldığı “cevap mektubu”, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın törenlere kendisinin ya da kendi adına bir başkasının katılıp katılmayacağını belirtmemekteydi.
Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bizzat Dışişleri Bakanı Nalbantyan tarafından iletilmiş Erivan’daki 24 Nisan töreni davetine Türkiye’nin icabet edip etmeyeceğini sormaktaydı. Dolayısıyla da ilişkilerde sıçrama sağlayacak böylesi bir fırsatı reddetmeden, muhatabına diplomatik çıkış yolu bırakmaktaydı.
***
Umudum Türkiye’nin bu çıkış yolunu kullanarak Ermenistan’a makul bir cevap vereceği yönünde. Ve bana öyle geliyor ki en makul cevap iki ülke dışişleri bakanlarının karşılıklı biçimde birbirlerinin törenlerine katılması, davetli bulunan cumhurbaşkanlarını temsil etmesi olacaktır.
Ermenistan açısından Gelibolu çıkartmasının yıl dönümü törenlerine katılmasının sorun yaratacağını sanmam. Türkiye açısında da eş zamanlı yaşanmış büyük bir trajedinin anma törenlerine katılmanın sorun yaratmaması gerekir.
23 Nisan 2014’te yayınlanan taziye mesajıyla Türkiye zaten kendini aşmış, adil bir hafıza yaratılması yolunda adım atacağını dünyaya Başbakan’ı Erdoğan imzasıyla açıklamıştır.
Unutmayalım ki törenlere katılmak 1915 trajedisinin soykırım olarak tanındığını göstermez. Gösterse gösterse Türkiye’nin geldiği noktayı, tarihiyle yüzleşmeye açık olduğunu gösterir. Kaldı ki daha önce de pek çok kez yazdığım gibi soykırım dediğiniz şey bireysel bir suçtur. İşleyeni bağlar.
İşlenen suçun niteliğinin imparatorluk tebaası Ermenilerin kaybettiği mülkleriyle ya da bazılarının hayal ettikleri topraklarla bağlantısı yoktur. Mülkiyet meselesi suçun niteliğinden bağımsız irdelenmek, toprak talebiyse hukuken karşılanması hiçbir şekilde mümkün olmadığı için hayaller dünyasında kalmak zorundadır.
Türkiye sadece 24 Nisan’da düzenlenecek törene Dışişleri ya da başka bir bakanıyla katılmakla kalmayıp, yeni açılımlar yapmalı, geçtiğimiz yıl başlattığı sürecin devamını getirmelidir. Bu, hem Türkiye’nin kendi iç huzuru ve demokrasisinin yerli yerine oturması için gereklidir, hem de bir süredir farklı nedenlerle, haklı veya haksız şekilde, sarsılmış imajını düzeltmek için önemlidir.
Basınımız, köşe yazarlarımız, kanaat önderlerimiz ve tabii ki siyasilerimiz Ermenistan ile olan ilişkileri, soykırım konusunu futbol maçı mantığıyla görmekten vazgeçmeli, her atılan adımı Ermenistan’ın kalesine atılan bir gol olarak değerlendirmemelidir. Soykırım sorununun aşılması ne Türkiye’ye puan kaybettirir, ne de Azerbaycan’ın çıkarlarına zarar verir. Tam tersine Azerbaycan’ı rahatlatır, ilginin Dağlık Karabağ sorununa yoğunlaşmasını sağlar.
***
Geçtiğimiz yıl içinde gerek TESEV, gerekse GPoT bünyesinde gerçekleştirdiğimiz projeler kapsamında Los Angeles, Boston, Şikago ve Toronto’da yaptığımız görüşmelerde Ermeni diasporasının önemli bir bölümü Türkiye’nin 23 Nisan açılımından mutlu olduğunu, ama arkasının gelmesini beklediğini belirtmiştir.
Amerika’da yönetim üstünde etkisi olan Ermeni lobisinin ciddiye alınabilecek kesimlerinin istediği kendi içimizdeki tartışmayı sürdürmemiz, tarihimizin ihmal ettiğimiz bu boyutunu açık bir şekilde görmemiz, kabullenmemizdir. Yani onların da beklediği aslında Türkiye’nin önerdiği adil hafızadır.
Umarım Sarkisyan’ın mektubu bu beklentilerin karşılanmasına, iki ülke arasındaki duygusal uçurumun kapanmasına, Amerika ve Türkiye arasında bir gerilimin daha çıkmamasına vesile olur. Hrant’ı bir kez daha anacağımız bugünde bile yapılabilecek çok şey vardır...