7 Haziran Seçimleri sonrasında en fazla duyduğumuz kavram ‘uzlaşma’ oldu. Seçimlerin analizi yapanların kahir ekseriyeti, sandıktan çıkan sonucun uzlaşma mesajı içerdiğini söyledi. Ne üzerinde ve nasıl uzlaşılacağından bağımsız bir şekilde, mesajın bu yönde olduğu konusunda keskin bir inanç içerisinde oldukları görülüyor.
Uzlaşma malum, en az iki veya daha fazla tarafın kabul edilebilir bir insicam içerisinde hareketlenmesiyle hayata geçebilecek bir durum. Lakin sandıktan çıkan mesajın nihai mealini herkes adına yapan siyaset müfessirlerimizin neredeyse tamamı, uzlaşmanın bu temel kuralını pek önemsemiyor görünüyorlar. Onlara göre seçime sadece AK Parti girdi ve dolayısıyla sandık sonuçlarının yegâne muhatabı da AK Parti’den başkası değil.
Bütün siyasal süreçlerin ve krizlerin tılsımlı anahtarı olarak dillendirilen uzlaşmaya dair kafa yormadan önce, yukarıdaki basit ve verili gerçekleri hatırlatmakta fayda var. Birincisi, uzlaşma olacaksa farklı partiler arasında olması gerekiyor. Dolayısıyla, başı da sonu da sadece AK Parti ile biten analizlerin bu basit hakikatle kavga etmelerinin bir neticesi olmayacak.
İkincisi, tabiatı gereği uzlaşmanın olabilmesi için bir müzakere sürecine ihtiyaç varken, absürt çıkışlar eşliğinde, şu veya bu sebepten, ısrarla muhatap almayacağını söylediği aktörle uzlaşma arama garabetine son verilmesi gerekiyor.
Üçüncüsü, hem hesaplaşalım hem mahkûm edelim hem de uzlaşalım ilginç bir yaklaşım olmakla beraber, uzlaşma senaryosunda rol alması zor görünen ergen aklına denk gelmektedir.
Dördüncüsü, Meclis aritmetiğinin ve seçim sisteminin mahkûm ettiği bir matematikten bütün siyasal sorunları çözme beklentisi, aleni bir anti-siyasal pozisyondur. Bu pozisyonun kontrolsüz bir şekilde derinleştirilmesi eski-Türkiye manzaralarına davetiye çıkarmak olur.
Beşincisi, kendisinden sonraki iki partinin toplamı kadar oy almış olan AK Parti’ye dair ciddiyeti hızla kaybedenlerin sürüklendiği sürreel dünyada değil, Türkiye’de koalisyon kurulmaya çalışılacağına dair basit hakikat unutulmamalıdır.
Hâl bu iken, ‘uzlaşmayı’ bağlamından koparıp mesiyanik bir anlam yüklemenin kimseye fazlaca bir faydası olmayacaktır. Ayrıca uzlaşma kamuflajıyla AK Parti’yi belli bir pozisyona hapsedebileceklerini düşünürlerse, karşılarında Meclis aritmetiğinin şu ilginç röntgenini bulacaklardır: 258 birçok dinamiğiyle beraber 258 iken, 292 çok az dinamiğiyle beraber 292’dir. 258 coğrafi, siyasal ve ekonomik vasata otururken; 292 coğrafi dağınıklık, sosyolojik karmaşa ve ekonomik farklılıklar üzerinde hareket edebilmektedir. 258 organik bir temsile denk gelirken, 292 tam anlamıyla hipotetik bir montajdan ibarettir.
Ayrıca 2002’den 2015’e kadar olan dönemde, muhalefet partilerinin uzlaşma performansı da ortadadır. Akla gelen bütün uzlaşma anları memleket adına yıkıcı sahnelerin ortaya çıkmasından başka bir işe yaramadı. Anayasa Referandumundan Çözüm Süreci’ne, dış politika başlıklarından büyük ekonomi yatırımlarına varıncaya dek ortaya koydukları uzlaşma performansı, sicilleri adına pek parlak bir manzara
olmadığını söylüyor.
AK Parti sandıktan çıkan neticenin gereklerini yerine getirmek için kolları sıvadığını açık yüreklilikle ifade etmişken, önümüzdeki günlerde yaşanacak olan sürecin nereye evirileceğini öncelikle aktörlerin ciddiyeti belirleyecek. Böylesi bir ciddiyetin ilk aşaması, 292 montajına blok muamelesi yapmamak olmalıdır. Doğrudur, 292’nin içerisindeki %24’ü ve diğerlerini bir anda %60’a çıkarmak oldukça konforlu bir dünya kurulmasına yardımcı olmaktadır. Lakin bu sürreel dünya içerisinden, 7 Haziran sonrası ortaya çıkan yakıcı sorunlarla değil muhatap olmak, üzerine fikir yürütmek bile mümkün olmayacaktır. Hâsılı kelam, önce basit verili gerçeklerle kavga etmemek olası bir uzlaşının ön şartı olabilir.