Bu sütunda hep söyleyegeldim, toplumsal dönüşümü iyi öngören ve bu dönüşüme paralel öğretim reformları yapan ülkeler en başarılı ülkeler oluyorlar.
Başarıdan muradım, daha fazla yaratıcılık, daha hızlı büyüme, daha fazla refah.
Ülkemiz Türkiye’nin de bu konuda yapması gerekenler, daha doğrusu benimsemesi, en azından bugünden tartışması şart bir model var.
Türkiye’de eğitim süreçleriyle ilgilenen herkesin kanımca kalkış noktası ilköğretim ve lise aşamalarının kalite sorununun daha senelerce çözülmesinin demografik ve bütçesel nedenlerden adeta olanaksız olduğunun kabulü olmalı.
Nitelikli, bırakın nitelikliyi, yeterli bir lise öğretimi varsayımıyla dizayn edilen ulusal öğretim şemalarının duvara toslaması kaçınılmaz.
Bu kabul yani lise çıktısının çok yetersiz olduğu varsayımıyla aşağıda kendi önerimi sunmaya çalışacağım.
4+4+4 modelini iyileştirmeye çok çalışmayalım, netice almamız pek mümkün değil, bu aşamanın yükünü çok aşağıya çekelim, çocukları gerçekten anlamsız bir müfredatla ezmeyelim, temel bir matematik bilgisi, okuma, yazmayı sevme, sevdirme ve ingilizce ile yetinelim.
Çocuk çok temel ama yetersiz bir bilgi birikimi ile üniversiteye gelecek, çok iddialıyım, bu kaçınılmaz.
Türkiye’de yükseköğretime ulaşma oranını yüzde yüze çıkaralım, bu hedefi bugünkü üniversite lisans anlayışı ile gerçekleştirmek de mümkün değil, derslerin en azından yarısını hatta daha fazlasını uzaktan öğretim modeli ile verelim, ingilizce sorununu aşabilir isek, bu işi büyük ABD üniversitelerine dahi kısmen kaydırabiliriz ve çok da iyi olur, bugünkü saçma sapan denklik anlayışını da bir kenara koyalım artık.
Yükleri büyük ölçüde azalacak üniversiteler böylece çok daha fazla öğrenci alabilir, yükseköğretime ulaşma oranı yüzde yüze çekilir, üniversiteler klasik yüz yüze dersleri çok temel bir-iki derse indirir, sınavları da kısmen ÖSYM yapar.
Emin olabilirsiniz, böyle bir sistemin ortalama çıktı kalitesi bugünkünün asla aşağısında olmayacaktır.
Ancak, bu arada yanlış bir eşitlik saplantısını da aşmamız, sayısı çok olmayan, zaten olamaz, çok elitist, gerçekten çok nitelikli bir paralel yükseköğretim sistemini de devreye sokmamız lazım.
Yükseköğretim politikalarında başarılı ülkelerde yükseköğretime ulaşma oranı yüzde yüze doğru evrilmektedir ama bu arada da ortalamanın çok üzerinde nitelikli bir elitist sistemi de sürdürmektedirler.
ABD ve Fransa en iyi örneklerdir, bir Harvard mezununun etkinliği ile ortalama bir ABD üniversitesinin mezunu mukayese bile edilemez; Fransa’da da ortalama bir üniversite ile yüksekokulların (Grandes Ecoles) çıktıları mukayese bile edilemiyor, yükseköğretim herkese açık ama bazı okullara giriş çok ama çok zor.
Önemli olan ABD’de Harvard’a, İngiltere’de Cambridge’e, Fransa’da bir Grande Ecole’e girişte liyakatin belirleyici olması; zaten, aksi takdirde de sistem yürümez, çöker.
Ve, son olarak da, daha fazla, çok daha fazla kamusal kaynağın lisansüstü aşamalara, araştırmalara kaydırılması.
Biz, çoğu konuda olduğu gibi, her şeyin tersini yapıyoruz, lisans aşamalarına büyük kaynak aktarır iken, master ve doktora aşamalarının, kimse alınmasın, dökülmesine göz yumuyoruz.
Lisansüstü öğretim bir kamu malıdır ve çok daha fazla kaynakla desteklenmelidir.
Gençler üniversitelerden nasıl mezun olurlarsa olsunlar, sonuç hayati değil, yeter ki doktoraların düzeyini çok yükseltelim.