Soma faciasının anısına Süper Kupa’da Manisa’da karşı karşıya gelen futbolumuzun iki büyük kulübü, Fenerbahçe ile Galatasaray’ın arasındaki derbiyi izleyen olduk. Hay izlemez olaydık!
Bu kadar kötü futbol, bu kadar çirkin tribünler, atılan yabancı maddeler, garip hakem kararları, sonra da futbolumuzun marka değerini arttıralım diye beklentiler... Bu gidiş, iyi gidiş değil. Bıraktık bir kenara futbolun kalitesini, yöneticilerin maçtan öncesindeki beyanatları, tribünleri germe adına olumsuz hareketlerin fitilini ateşleyenlerdi.
Fenerbahçe, Galatasaray’a göre bir parçacık daha iyi gözüktü. Galatasaray henüz hazır değil. Fenerbahçe, topla daha fazla oynar gözüküyor. Ama hücum bölgesinde, Emenike’yi ileride tek başına bırakmış, orta saha desteği kısırdöngü içinde, ileride çoğalamayan bir takım görüntüsünde. Beklenen goller de bu nedenle şansa kalıyor.
Tek başına kalan Emenike, topu kaleye atma becerilerinde eksiklik sergileyince, beklenen goller bir türlü gelmiyor. Galatasaray’da Melo’yu oyunda hiç göremedim. Sneijder de sahaya sanki lütfen çıkmış, haybeye dolaşan görüntüsüyle, şaşkınlıklar yarattı.
Fenerbahçe’de Mehmet Topal, beklenen düzeyin dışındaydı. Zaman zaman top kayıplarıyla oynadı. Her iki takım da gole ulaşabilecek pozisyon üretimlerinden çok uzak kaldılar.
Fenerbahçe, bu üretimde Galatasaray’dan bir adım öndeydi ama, bitirici vuruşlardaki beceriksizlikler devreye girince, biraz da Muslera gününde olunca, o arzuladıkları gol veya gollere ulaşamadılar.
Sonuçta kazanan penaltılarla Fenerbahçe oldu. “Kim iyi oynadı kim kötü oynadı”ya bakmaksızın, kalitesiz bir futbol izlemiş olduk.
Kısacası; 120 dakika boyunca o kadar durgun ayakları seyretmek zorunda kaldık ki; sanki maç izlemedik de uykuya yatmış gibiydik.