Dünkü (29 Kasım) Yeni Şafak gazetesinde Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun ülkemizin en büyük sorunlarının başında gelen uyuşturucu meselesi ile ilgili bir demecini okudum.
Sayın Davutoğlu’nun “Uyuşturucu tacirine terörist muamelesi” yapılması yönündeki temennisine bütün kalbimle katılıyorum.
Umarım bu saptamanın, bu temenninin hukuksal temeli de en kısa sürede oluşturulur.
Ancak, Sayın Başbakan’ın konuya yaklaşımında, bir yanlışlık demeyelim ama önemli bir eksikliğin de bulunduğu güçlü kanaatini taşıyorum.
Uyuşturucu meselesi Türkiye’nin en büyük problemi, bu konunun altını özellikle çizmek istiyorum.
Bu açıdan ve bu nedenden, bu konuya güçlü bir vurgu yaptığı için Sayın Başbakan’ın konuşmasını destekliyorum, çok olumlu buluyorum.
Ancak, yukarıda belirttiğim gibi, bu yaklaşımda bir eksiklik seziyorum.
Türkiye kendi içinde çok yüksek miktarlarda uyuşturucu tüketen bir ülke değil ya da değil idi..
Son zamanlarda maalesef önemli bir artışın yaşandığına ilişkin söylentiler, hatta söylentilerden öte veriler mevcut.
Küçük çocukların okuduğu okulların önünün uyuşturucu perakendecileri tarafından parsellendiği biliniyor.
Belirli çevrelerde de uyuşturucunun yaygınlaştığı gündemde.
Polisin bu konularda, özellikle de okullara yönelik olarak, çok daha aktif olmasında büyük yarar var.
Muhtemelen siz okurların da dikkatini çekmiştir, son zamanlarda uyuşturucu ile mücadeleye yönelik çok sayıda toplantı, sempozyum yapılıyor, bu toplantıların sayısında eskiye oranla çok büyük oranda bir artış var.
Bu artış ve ilgi çok olumlu ama bendenizin kanaati bu ilgi artışının kökeninde uyuşturucu meselesinin tüketim düzeyinde yavaş yavaş yaygınlaşmasının yattığı.
İç tüketim oranlarının artışı, elimde çok belirgin veriler yok, çok tehlikeli, alarm veriyor, bu alana ilginin, farkındalığın resmi düzeyde artışı çok önemli.
Ancak, kanımca, bu iç tüketim artışı meselesi aysbergin suyun üzerinde görünen bölümü.
Esas tehlike, çok büyük tehlike başka bir yerde ve meselenin bu tarafı, konuşulmuyor demiyorum ama çok daha az tartışılıyor.
Aşağıda bahsedeceğim konu Deniz Seki meselesi kadar konuşulsa, devlet aynı fikr-i takibi yapsa Türkiye’nin çok önemli bir aşamayı geride bırakacağını zannediyorum.
Batıya, Avrupa’ya, hatta ABD giden uyuşturucunun önemli bir bölümünün ülkemiz topraklarından geçerek gittiği bir sır değil.
Tam büyüklüğü hesaplayamıyoruz ama senede yetmiş milyar dolara yaklaşan ve bizim topraklarımızı kullanan bir uyuşturucu ticaretinden bahsediliyor.
Bu uyuşturucu muhtemelen iç tüketime yönelik değil, belki de bu nedenden çok da önemsenmiyor.
Ancak, bu ticaretin devleti içten içe çürüttüğünü de unutmayalım.
Bu ticaretin Türkiye’nin resmi görevlilerin payı olmadan yapılmasının olanaksızlığını görmemek mümkün değil herhalde.
Otuz senedir süren bir iç savaşın da finansmanının bu uyuşturucu işi olmadan gerçekleşemeyeceğini aklı başında herkes görüyor muhtemelen.
Uyuşturucu Afganistan, İran yoluyla geliyor ve artık, eskiden olduğu gibi dağlardan eşek sırtında falan girmiyor ülkemize.
Bu uyuşturucunun Türkiye’ye nasıl girdiğini bilmek için özel ilişkilere gerek yok, basını dikkatle izlemek yetiyor.
Yüksekova gibi küçük bir ilçemizde senelerdir eroin imalathanelerinden bahsediliyor ve bu konu bir türlü çözülemiyor.
Van’a giderseniz az gelişmiş bir ilimizle karşılaşıyorsunuz, ana caddeden ayrıldığınızda yollar çamurlu yollara dönüşüyor ama bu çamurlu yollarda Paris’te, Londra’da göremeyeceğiniz ültra lüks arabaların dolaştığını görüyorsunuz.
Uyuşturucu meselesinin bu boyutunun zararları muhtemelen iç tüketimdeki artıştan da önemli.