Uyuyamadığımız gecelerde buzdolabının kapısını aşındırır dururuz. Ayrıca yemek istediklerimiz pek de sağlıklı yiyecekler değildir. Dolaptaki bol karbonhidratlı yiyecekler gözümüzü döndürür. Sonunda iştahımıza yenik düşüp, bulduğumuzu mideye indirmemiz kaçınılmaz olur. Peki bu karşı konulmaz iştahın nereden geldiğini hiç düşündünüz mü? Şubat 2016’da Sleep dergisinde yayımlanan bir çalışmada uyku-yemek davranış ilişkisi araştırılmış. Uykusuzluğun endokanobinoid sistemi etkileyerek iştahı açtığına dair kanıtlar bulunmuş. Vücudumuzun birçok bölgesinde iştah, duygudurum, uyku, ağrı, öğrenme ve hafıza ile ilişkili görevleri olan endokanabinoid sisteme ait reseptörler yani alıcılar vardır. Bu sistem bir nevi bedenimizin kendine ince ayar yaptığı, tüm organların bir orkestradaki enstrümanların uyumu gibi beraber çalışmasına olanak veren bir sistemdir. Uyku-yemek davranış ilişkisini araştırma amaçlı yapılan çalışmaya 14 kişi alınmış. Dört gece boyunca uyku davranışları gözlemlenmiş. Katılımcıların 6’sı her gece ortalama 7,5 saat uyurken, diğer 8 tanesinin geceleri ortalama 4 saat uyuduğu gözlemlenmiş. Çalışma süresince tüm katılımcılara aynı beslenme düzeni uygulanmış. Her bir katılımcıya iştah, duygudurum, açlık hissi, irritabiliteyi sorgulayan bir anket uygulanırken, kanda açlıkla ilgili hormon ve biyokimyasal düzeylerine bakılmış. Uykusuz kalanlarda 2-AG (arachidonoylglycerol) adı verilen iştah ve enerji ile ilişkili endokanabinoid miktarının gündüz saatlerinde çok fazla değişkenlik gösterdiği gözlenmiş. Sonuç olarak gece uykusu yetersiz olan kişilerin, iştahtan sorumlu endokanabinoid miktarındaki değişimlerden dolayı, daha fazla yemeye meyilli oldukları tespit edilmiş. Çalışmanın sonunda tüm katılımcılara açık büfe yemek verildiğinde yetersiz uyuyanların, sağlıksız ve bol kalorili yiyeceklere daha fazla yöneldiği gözlenmiş. Böylelikle yetersiz uyuyanlarda, fazla yemenin dışında, yemeye meyilli olunan yiyeceklerin de yüksek karbonhidrat içerikli sağlıksız yiyecekler olduğu görülmüş.
TELEFONLA YATMAYIN
Eskiden geceleri yatağa girince kitap okumak gibi güzel bir alışkanlık vardı. Elbette kitaplar sadece yatarken okunmaz. Ama uykuya dalarken okuduğumuz bir kitap illa ki olurdu. Ben hâlâ bu alışkanlığı sürdürenlerdenim. Kitap okuyarak uykuya daldığım gecelerin sabahında daha dinç uyandığımı hissediyorum. Son yıllarda, geceleri özellikle yatağa girdikten sonra cep telefonunu elinden düşürmeyenlerin sayısı arttı. Cep telefonu ışığının uyku kalitesini bozduğunu daha evvel yazmıştım. Bu defa başka bir husus belirteceğim. Organizational Behavior ve Human Decision Processes dergilerinde 2014 yılında yayımlanan iki ayrı çalışmada, geceleri cep telefonuna bakmanın, ertesi günün enerjisini düşürdüğü, yapılan işe konsantrasyonu azalttığı tespit edilmiş. Televizyon, bilgisayar gibi ekran ışığı olan diğer cihazlarla kıyaslandığında, cep telefonlarında bu etkinin daha yoğun olduğu düşünülüyor. Haftalardır üzerinde konuştuğumuz uykunun insan bedeni için önemi düşünüldüğünde, böyle bir alışkanlığa sahipseniz, bir an önce vazgeçmenizi öneririm.
Alzheimer hastalarına kötü haber verilmeli mi?
Klinik pratiğimde en sık karşılaştığım sorulardan birisi de budur. Alzheimer hastalarının dünyası bizim dünyamızdan biraz daha farklıdır. Evre ilerledikçe olaylar arasındaki bağlantıları kuramazlar. Televizyondaki haberleri izlerken endişe verici bir içerikle karşılaştıklarında bundan sıyrılmaları bizler kadar kolay değildir. Özellikle görüntüler ürkütücü ise bunun etkisinden uzun süre kurtulamazlar. Bu nedenle Alzheimer hastalarını, televizyon izleme saatlerinde, kötü içeriklerden korumak gerekir. Onları endişeye sürükleyecek haberlerden ya da hüzün verecek içeriklerden uzak tutmakta fayda vardır. Sevdikleri kişilerle ilgili kötü haberleri duymak da onları kötü etkiler. Özellikle ölüm haberi verilirken çok dikkatli olunmalıdır. Her hastaya ve hastanın evresine göre değişmekle birlikte eğer çok sık görmediği bir kişi ise ölüm haberini vermemekte fayda var. Çünkü haberi bir süre sonra unutacak ve tekrar soracaktır. Tekrar tekrar söylediğinizde de olayın sebep olacağı hüznü, endişeyi tekrar tekrar yaşayacaktır. Özellikle ileri evrelerde bu tür haberleri söylememek gerekir. Erken evrelerde ise, kaçınılmaz bir durum varsa, uygun kelimeleri seçerek, endişesini minimumda tutacak bir ifade şekli geliştirilmelidir. Kötü haber verildikten sonraki günlerde, etrafında sevdiği insanların olmasına, yalnız bırakılmamasına özen gösterilmelidir. Alzheimer hastalarının hafızaları ne kadar zayıfsa, duyguları o kadar güçlüdür. Anlamadığını düşünerek yanında konuştuklarınızı hissedebilirler. Bunu sözel olarak yeterince ifade edemedikleri için huzursuzluk geliştirebilirler. Alzheimer hastalarında sebebini bilemediğiniz bir huzursuzluk hali ya da huy değişimi varsa bu tür ihtimalleri de gözden geçirmek gerekir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Alzheimer hastaları ile iletişim kurarken kelimeler özenle seçilmeli, sade ve anlaşılır bir dil kullanılmalıdır.