Amerikan emperyalizmi birden, “zulüm gören Türk halkı” olarak Uygurları hatırladı. Belli ki, Çin ile yaşadıkları bilek güreşinde kullanılacak bir malzemeye ihtiyaçları vardı ve Soğuk Savaş’tan kalan bir dosyayı raftan indirdiler.
Doğu Türkistan, 1 milyon 665 bin kilometrekarelik alanda, yaklaşık 40 milyon Uygur Türk’ünün yaşadığı bir bölge. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuzeybatısında, Tibet, Kazakistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan kontrolündeki Keşmir ile sınırı olan son derece stratejik bir alan. Bölgede 1949 yılında kurulan Doğu Türkistan hükümeti Çin’in baskısıyla dağıldı, bu sorun, o gün bugündür varlığını koruyor.
Soğuk Savaş yıllarında Amerika, Sovyetler Birliği’ne karşı Orta Asya’daki Türk toplumlarını, Çin’e karşı da Uygurları kullanmayı tercih etti. Bu politikalar, Amerika tarafından desteklenen iki karakteri ortaya çıkardı, Özbek asıllı Ruzi Nazar ve Uygur milliyetçisi İsa Yusuf Alptekin.
Biri Sovyetler, diğeri de Çin Halk Cumhuriyeti ile mücadele için Amerikan desteğini kabullenmiş bu iki ismin, Türk iç siyasetinde de milliyetçi kanat üzerinden belirleyici etkisi olduğu yılları yaşadık.
Hegemonyacı bir güce karşı mücadelede emperyalist bir başka güce teslim olmak Kuvayı Milliye anlayışına aykırıdır, Mustafa Kemal’in Lenin’le yürüttüğü tarzda bir işbirliğini yaparsın, ama hareketi emperyalist gücün eline ve çıkarlarına teslim edemezsin.
Amerika’nın Uygurları birden hatırlamasının Türk medyasında hak ettiği ilgiyi çekmemesi de belli ki, Amerika’ya karşı duyulan güvensizlik ve soğukluktan kaynaklanıyor.
Bu tutum Türk medya, siyaset ve diplomasisi açısından hatalıdır.
Uygurlar’ın insan hakları zeminli, özgürlük mücadelesini Amerikan emperyalizmine teslim edemeyiz, gerekeni yine bizler yapmak durumundayız.
Ağır iddialar var, güçleniyor
Çin Halk Cumhuriyeti, 1950’de gerçekleştirdiği Tibet işgalinden bu yanazorba devletler listesinin ilk sırasında yer alıyor. 1.5 milyon Tibetlinin yaşamına mal olan bu işgalin en korkunç yönü, “Mao’nun kültür devrimi” adı altında bir ulusun kültürünün tahrip edilmesidir.
Sincan’dan akan bilgiler, benzer bir “kültürel soykırımın” Uygurlara karşı sistemli olarak sürdüğünü işaret ediyor. Uygur ailelerin oturdukları evlere “kardeş aile” (!) uygulaması ile Çinliler’in yerleştirilmesi, yine Uygur ailelere Çinli vasiler tayin edilmesi, daha korkuncu, yaklaşık bir milyon kapasiteli “kültürel eğitim toplama kampları”nın bütün hızıyla çalışıyor olması… Bu toplama kamplarına her yaştan Uygur gitmek zorunda ve burada ateist zeminde Çin kültürüne entegrasyon (aslında asimilasyon) uygulaması sürdürülüyor.
Kültürel soykırım, karma evlilikler zorlamasıyla da tavan yapmış durumda.
Namaz kılmanın radikal İslam işareti kabul edildiği, ezan sesinin yasaklandığı berbat bir durum. Bölgede yüzbinlerce “kayıp insandan” söz ediliyor, binlerce ailenin telefonu cevap vermiyor.
Bu sorunu Amerikalılar Çin’e karşı kullanacak diye sessiz kalmamız, bölgeye olan ilgimizi azaltmamız mümkün değildir. Üstelik Çin, Amerika’nın bu stratejisi nedeniyle bölgede daha berbat işler yapabilir.
Türkiye önemlidir, kendi çözer…
Madem, Batı’dan gelen saldırılar karşısında yeniden yapılandırılan denge politikasında Rusya kadar Çin de iyi bir ortaktır, o zaman bu ortaklığın şartlarını Uygurlar için kullanmamız gerekir.
Bizim onların dengelerine olduğu kadar onların da bizim işbirliğimize ihtiyaçları olduğunu bilerek hareket etmeliyiz.
Filistin için dünyayı karşısına alan Türkiye’nin, Uygurlar’ın yaşadıkları karşısında sessiz kalması düşünülemez.
Bunu tabii ki Amerika’nın kuyrukçuluğunda değil, doğrudan yapacağız ve Çin açık bir gerçeği bilecek: Pekin’den başlayıp Londra’da sonlanacak o büyük ekonomik kuşak Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’den geçer, orası iyiyse, her şey iyi olur, kötüyse, o kuşak gelir, İran-Türkiye sınırında kesilir…
Kimse, Müslüman’ın üstünde tepinemez.