Allah, aklımızı mantığımızı ve vicdanımızı doğru kullanmamızı ve irademizi rehin vermememizi ister. Düşünüp sorgulamadan; akıl, mantık vicdan süzgecinden geçirmeden körü körüne bir yanlışı doğru kabul etmek bizi sonradan üzüleceğimiz çeşitli hatalara sürükler.
Toplumun ahlâkını, bireylerin mutluluğunu bozmak ve yok etmek isteyenlerin bir başka oyunu: ‘Dedikodu mutluluk veriyor’muş(!). ABD’de kaynaklı, bu haberi gazetede görünce merhum Mehmet Oruç Hoca’mızın da dediği gibi diplomalı cahillerin toplumu nasıl zehirlemeye çalıştıklarına üzülerek bir kez daha şahit oldum. Bu kadar bâriz bir kötü niyet, “Karaya ak diyen” bir yanıltmayla toplumu etkileyebileceklerini mi sanıyorlar?
Gıybet eden, övülmeyi, her ortamda, herkes tarafından bahsedilmeyi ister. Bu bakımdan kendini övmek için dolaylı yolları seçer. Meselâ: ‘Falanca çok geçimsizdir’ der. Bu; ‘Ben geçimliyim’ demektir. Cömert olduğunu bildirmek için; ‘Falanca çok cimridir’ der. Kıskanç olan, mal sahiplerini kötüler. ‘Malı çok ama yemesini bilmez, cimrinin biridir’ der. Yahut mevki sahibi için; ‘Müdür oldu diye kendini bir şey zannediyor’ der. Böyle söylemekle, gıybet edilenin ne malı azalır, ne de makamı elden gider. Buna rağmen kıskançlık ateşi, söyleyeni yakıp kavurur. Üstelik gıybet günahına girdiği için sevaplarını sevmediği kimseye vermeye mahkûm olur. Bu nedenle gıybet edeni dinleyen, akıllı bir kişi ise, kendini bu şekilde öven birine değer vermez. Başkalarına bu şekilde gıybet edip kusur araştıran kimse, kendi kusurlarını görmekten âciz olduğu gibi, gerçekte kendisini geliştirip yenilemekten de uzaktır. Kendi kusurları ile meşgul olan kimse ise başkalarının kusurlarını görmez ve ilgilenmez de.
Bu kasıtlı haberi, kapasiteleri ve bilgileri kadar konuşanlar kendi pencerelerinden baktıklarında-kendilerini haklı görebilirler fakat hakikat penceresinden bakıp olay ve haberleri akıl, mantık ve vicdan süzgecinden geçiren biri bunun ne kadar yanlış ve ne kadar tehlikeli olduğunu bilir. Ruh, huzur ve mutluluk ister; nefis ise doymak. Dedikodu, haram ve günahtır yani Allah’ın yapmamızı istemediği bir davranıştır. Yaptıkça huzur ve mutluluktan uzaklaşır, nefsi kötü yönde doyurmaya başlarız. Unutmamak gerekir ki; nefis hiçbir zaman doymaz ve her zaman daha fazlasını ister. Bu da demektir ki; her kötülük bir sonraki daha büyük bir kötülüğe zemin hazırlar...
Gıybet, Kur’an-ı Kerim’de, ölü kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir: “Ey iman edenler! Zandan dikkatle kaçının. Çünkü zannın bir kısmı ağır bir vebaldir. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeleri çok kabul edendir, sınırsız merhamet kaynağıdır.” [Hucurât 12]
Toplumumuz çok süreçlerden geçti bazen acıyı bazen kaygıyı katık etti ama dimdik ayakta durmayı da bildi. Her yaşanılan acıda ve toplumda oluşturulan huzursuzluklarda bedelini ödediği kadar tecrübeyi de hak etti. Artık ne toplumumuz ne dünyamız ne de insanlar eskisi gibi değil. Değişen düzende daha bir uyanık daha bir agâh... Eski oyunlar, öznesi değişen senaryolar bugün artık eski cevapları vermez, veremez. ‘Allah’a rağmen’ başarı elde edilemez. İlâhî düzen, kulun kurduğuyla değil, Allah’ın muradı üzere tecelli eder. Haddi de, hukuku da bilmek gerek. Hayat tercihlerden ibarettir. Bu yolda gül olmak da var, güle yakın diken olmak da... Veya gülün dibine dökülen gübre olmak da...
‘Yâ İlâhî! Kulunum. Emrine itâat ederim, anarım seni.
Beni ne yaparsan yap, yeter ki yapma dünya delisi.’
Şeyh Yahya Hazretleri.