Liana Spyropoulou bir gazeteci.
Alman Bild gazetesi için çalışan bir Yunan.
Bild gazetesi, sahibi Aydın Doğan iken Hürriyet’in kardeş gazetesi!
28 Şubat artığı Ertuğrul Özkök’ün öve öve bitiremediği Bild gazetesi muhabirini Türkiye’ye gönderiyor. Muhabirden, Türkiye’ye sığınan mazlum ve mağdurların bir kısmının kaldığı kamplarla alâkalı haber yapması isteniliyor.
Muhabir Liana Spyropoulou Türkiye’deki kamplara gittiğinde gördükleri karşısında şok oluyor! Hiç ummadığı bir manzarayla karşılaşıyor. Şaşkınlığını şu ifâdelerle dile getiriyor: "Türkiye'de, Yunanistan'ın mültecilerle nasıl insanlık dışı bir oyun oynadığının, en zavallıların ve korunmasızların sırtından siyaset yapıldığının farkına vardım. Yunanistan'daki kampların durumundan utanıyorum. Mültecilerin toprakta yatması, açık havada ateşle yemek hazırlamak zorunda kalmasından sadece AB ve Birleşmiş Milletler'i sorumlu tutuyordum."
Spyropoulou’nun şu tespitine de kulak verelim: "Yunanistan topu topu 65 bin mülteciye bakamıyor. Türkiye'de ise 3 milyon mülteci yaşıyor. Bir Yunan olarak utanıyorum! Gözlerime inanamıyorum: Çocuklar için okul, anaokulu ve Altınözü'nde çocuk kitaplarıyla dolu bir kütüphane bile var.”
Türkiye'deki Altınözü ve Kilis mülteci kamplarını inceleyen Spyropoulou’ya dürüstlüğünden dolayı teşekkür ederim. Avrupa’da dürüst gazeteciler ender çıkıyor, çoğunluğu ‘embedded’ denilen türden!
Liana Spyropoulou kendi ülkesi Yunanistan adına utanmış ama Avrupa’da çoğu ülkenin Yunanistan’dan farkı yok. Fizikî şartları iyi olan kamplarda da ‘kaybolan’ çocuk vak’aları yaşanıyor. Mülteciler, “Hristiyan olsaydınız daha kolay ülkeye kabul edilirsiniz” telkiniyle din değiştirmeye zorlanıyor. Misyonerler kamplarda Arapça İncil dağıtıyorlar. Sadece din değil cinsel tercihlere bile müdahale ediliyor. “LGBT iseniz kamplardan alınıp daha özel koşullarda barınabileceksiniz” denilerek mülteciler sapkınlığa yönlendiriliyor. 2016 senesinde bu doğrultuda Hollanda’da yasa bile çıkartılmıştı.
Avrupa’da mağdur ve mazlumlara bu yapılırken Türkiye insanlığın yüzünü ağartıyor. Dıştan gelen baskılara ve içteki ırkçı ve mezhepçilerin iç savaş çıkartmak için (Ümit Özdağ ve Sinan Oğan gibiler…) yaptıkları hamlelere rağmen Türkiye insanlıktan taviz vermiyor. Bunda en büyük âmil ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Mevlid-i Nebi haftasının açılış programından konuşan Başkan Erdoğan insanlıktan geri adım atılmayacağını üstüne basa basa söyledi: “Arakanlı, Suriyeli, Türkistanlı mazlumlar bizim kardeşimizdir. Hani birileri diyor ya 'Suriyeliler gitsin.' asla biz bunlara eyvallah edemeyiz. Bizim Peygamberimiz unutmayın muhacirdi. Medine Müslümanları ensardı. Şimdi Allah bizlere ensar olmayı nasip etti. Bombalardan kaçan Suriyeli kardeşlerimize de muhacir olmayı nasip etti. Bunu birileri anlamayabilir ama biz bunun idraki içerisindeyiz. O kardeşlerimiz evlerine, topraklarına inşallah oradaki durumlar hal yoluna girdiği zaman zaten kendileri de gidecektir. Ama biz kovamayız, onları bombaların altına gönderemeyiz. Çünkü bizim kardeşlik anlayışımız bu."
Kendileri gibi yapamadıkları Başkan Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye’ye niçin saldırdıkları aşikâr değil mi?
Neydi korkuları?
Geçen ay yazmıştım: Korkuları şu ki, bir kez daha "Latin külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim" denilmesi…