Kötü oynayabilirsin... “Set atak” düzenleyemezsin... Pozisyon bulamazsın... Şut atamazsın... Tamam, hepsini anlarım ve bunların futbolun içinde var olduğunu kabul ederim de; bu yokluk içinde bile tükenişi, teslimiyeti, çaresizliği, boyun eğmeyi ve “Turnuvanın en kötü takımı” yaftasını sineye çekemem... Üstelik bunları, kendi kalitesinin ortalamasını tutturamayan bir Hırvatistan karşısında sergilerken!
Kulübeden girenlerle birlikte, sahada 14 kişiyle oynayan bir takımın tüm futbolcuları; nasıl bu kadar kötü olur? Bu tür karanlık tablolar içinde; (Sonucu değiştirecek olmasa da) hani içlerinden biri-ikisi ortaya çıkar, çaresizliğe isyan eder, takımı toparlamaya çalışır ve tüm dünyaya rezil olmayı engellemeye çabalayanlar çıkar ya... O dahi olmadı!
Tam saha... Tam süre... Takım takım... Rezalettik!
***
Sistem yok. Taktik yok. Strateji yok. Kurgu yok! Bu ekip kaç zamandır kamp yapıyor, idmanlar yapıyor, hazırlık maçları yapıyor? Ne için?
Elbette, Avrupa Şampiyonası’nda başarı gelmesi adına; hedef, proje, çare, yol güzergâhı çizmek içindi... Sanki bunların hiçbiri yapılmamış da; günlerini gün eylemiş, ipe un sermiş ya da dalgalarını geçmiş gibiydiler. Yoldan adam toplayıp sahaya salsaydık, onlar da ancak böylesine kötü oynardı.
Zorunuza gelmesin, vallahi bu milli takımdan utandım.
***
Geri dönen topların neredeyse tamamını Hırvatlar topladı. İlk devre biterken Ozan Tufan’ın attığı (ve kalecinin üstüne doğru vurduğu) kafa vuruşuyla, tek pozisyonda kaldık. Şutumuz yoktu.
Tek şansımız, skorun 1-0’la sınırlı kalmasıydı. Yoksa ağır bir hezimete uğramak için teknik ve psikolojik tüm şartlar hazırdı. Hırvatistan iyi gününde bizi böyle yakalasaydı; turnuvanın geleceği için “Biz bitti demeden bitmez” demeye, ne yüzümüz ne dermanımız kalırdı.
Neşem gitti... Huzurum gitti...Umudum gitti...
Yanıma yaklaşmayın, sinirliyim.