Başkanlık sistemi üzerine tartışmalarda sistemin hangi anlayış üzerine bina edileceği konuşulurken (En çok konuşulması gerekirken en az da bu mevzu konuşuluyor) mesele Üstad Necip Fazıl’ın üzerinde kitleniyor. Kimi “faşist” diyor, kimi “o şair, şiirlerini okuyalım ama siyasî görüşlerini dikkate almayalım” diyor, kimi “o kinci, demokrat değil” diyor... “Elalemin ağzı torba değil ki büzesin” deyip geçilebilir ama mevzu konuşmaya vesile olduklarından torbayı büzmeye gerek yok!
İlk başta şunu belirteyim, Üstad ve fikirlerinin, şekillenecek yeni sisteme rengini verebilecek olmasının konuşulması bana Üstad’ın keramet çapındaki şu sözünü hatırlatıyor: “Biz sussak mezarımızı konuşacak.” Ne şairler, ne mütefekkirler geldi geçti. Çoğunun bırakın kitaplarında ne yazdıkları adları bile hatırlanmıyor. Üstad ise düşünceleriyle “mezarından konuşmaya” devam ediyor.
Üstad “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinde Doğu ve Batı’nın tasvirinden başlayıp sırasıyla, Batıcılaşmış adam eliyle bozdurulan temelleri tekrar düzeltiyor. Yani bir Müslüman mütefekkir, mevcut sistem tarafından “idrakleri iğdiş edilmiş” Müslümanlar’ın eşya ve hâdiselere karşı nasıl tavır alınması gerektiğini bir bütün hâlinde reçete mesabesinde elimize tutuşturmuş.
Hakikaten Üstad zor bir işe soyunmuş: Bir yandan rejimin zulmü, diğer yandan rejim tarafından tabiri caizse zombileştirilmiş Müslümanlar’a içinde bulundukları hali anlatmak... Üstad mezkûr eserinde sadece Müslümanlar için değil, insan haysiyeti taşıyan her cemiyet için vazgeçilmez olan kaideleri tek tek izah ediyor. Tabiî kafasına göre değil. “Azat kabul etmez” bir bağlılıkla bağlı olduğu İslâm’ın ana yolu Ehl-i Sünnet vel cemaat’in çizdiği sınırlar içerisinde. Herhalde Üstad’a ve eserine ‘içeri’den ve dışarıdan karşı çıkışlar da bundan olsa gerek. Öyle ya, Üstad da -hâşâ- “Peygamber görevini yaptı gitti bize sadece Kur’an yeter” veya “İmam-ı Âzam da kim ben de onun kadar âlimim” diyenler gibi dübüründen konuşsaydı malûm çevrelerin parlattığı bir figür olurdu.
Üstad eserini ortaya koymuş. Takip edebildiğim kadarıyla da Üstad gibi İslâm dünyasında bu tür bir eser veren de yok. Temel meseleleri ele alıp akabinde devletin işleyişinin nasıl olacağını teferruatlarıyla anlatan başka bir kitaba rastlamadım. Olsaydı muhakkak Türkçe’ye çevrilirdi!
Eser ortada, esere karşı çıkanlar da ortada. Yalnız karşı çıkanların genel geçer sözler dışında ortaya koydukları bütüne dair bir sözleri yok. Hepsi parçacı! İlk önce Üstad gibi bütün’e dair dünya görüşünüzü ortaya koyun ondan sonra parçaları konuşalım. Nihayetinde Üstad kusursuz değil, kitabı da kutsal kitap değil. Hadi dış mahalleyi bıraktım iç mahallede bile Üstad’ın eserinin yüzde birini düşünememiş, yazamamış adamların İdeolocya Örgüsü’ne laf söylemeleri, en hafif tâbirle komik.
Her şeyi bir kenara bırakalım da Üstad’ın şu seslenişe bir kulak verelim. Görelim Üstad neyin derdinde bizler neyin derdindeyiz: “Günün büyük suali ruh ve ahlâk nizâmının ne olacağıdır. Günün her meseleyi susturması gereken büyük davası budur. Bizim gibi sadece bu davanın yükü altında belkemiği çatırdayan birkaç kişinin çığlığından başka da mesele ve dava kubbemizde, horultulardan, dedikodulardan, günübirlik teferruat hesaplarından ve göstermelik parti dırıltılarından gayri hiçbir ses ve sada yoktur? Yarın Dünya ne olacak ve biz ne olacağız? Boşlukta mekân işgal etmek hakkımızı hangi şahsiyetli dünya görüşüne istinad ettireceğiz ve mânevi “Ortak Pazar”a hangi öz malımızı sürebileceğiz?”
Hadi buyrun... Üstad, bu sorulara bedellerini ödeyerek verdiği cevaplarla “mânevi Ortak Pazar”a öz malını sürmüş. Sizlerin mallarını da bir görelim bakalım. Ortam da müsait. Bedel ödemenize de gerek yok... Ondan sonra ne dediğinize kulak verilebilir ama şimdi konuştuklarınız sadece ve sadece züğürt lâkırdısı!
Üstad’ın mezkûr eseri ve bu eserden mülhem yazılmış Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Başyücelik Devleti” adlı eserleri, “Fikir çağı olmak gereken bu çağın ipekten örgü diyalektiğini bütünlüyor”. Bu eserler üzerine konuşulurken seviyenin ne olması gerektiği de anlaşılmıştır umarım!