Amerikalı yönetmen Oliver Stone'nun 2008 yılında çektiği W. Bush adlı filmin bir sahnesinde Başkan Bush Beyaz Saray’ın yemek salonunda kurmaylarıyla sabah kahvaltısı yapmaktadır. Sohbetin konusu Irak'ın işgali için en meşru sebep olarak ileri sürülen Saddam'ın nükleer silahlarıdır. Irak işgal edilmiş, meydanlarda Saddam’ın dev heykelleri büyük gövde gösterileri eşliğinde yerle yeksan edilmiş ve Saddam her yerde fellik fellik aranmaktadır.
Başkan Bush sorar : ''Saddam’ın nükleer silahları bulundu mu?''. Masaya anlamlı ve derin bir sessizlik çöker. Hiç kimseden çıt çıkmaz. Başkan sorusunu tekrar yenilemek zorunda kalır. Nihayet CIA Başkanı herhangi bir bulguya rastlanmadığını itiraf eder ve ekler: ''en başından beri elimizde nükleer silahların varlığını doğrulayacak veriler yoktu''. Başkan Bush büyük bir şaşkınlıkla ve inanılmaz gözlerle masada olan herkese tek tek bakar. Ama sonuç değişmez. Kurt kapana düşmüştür. Avcı esasen av olmuş ve atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiştir.
Amerikan Başkanlarını bile kendi çıkarları için yönlendirip, kullanan örgütlü akıl elbette ''üst akıl''dır. Şimdi bu belirlemeden sonra “üst akıl”ın varlığı ya da yokluğu tartışmasını siyaset ''çaylaklarına'' ya da bütün siyasi varlığını Cumhurbaşkanı Erdoğan nefretine indirgeyen fanatik Erdoğan karşıtlarına bırakarak, biz meselenin bizi ilgilendiren işlevsel karakterine daha yakından bakalım.
Kürt meselesi bağlamına oturmuş olan üst akıl, bir dizi siyasi manevra ile aslında toplumsal hayatımızı çok derinden etkilemeye devam ediyor. Kendi sorunumuzu kendi imkanlarımızla çözmeye kalktığımızda üst akıl bütün ihtişamıyla sahne almaya başladı. Ne de olsa Abdullah Öcalan’ı Kenya’da yakalayıp bize altın tepside sunanlar onlardı. Dolayısıyla Kürt meselesinin çözümünde üst akıl en başından beri kendi pozisyonunu almış ve gelişmeleri kendi çıkarları doğrultusunda etkilemekten hiç vazgeçmiş değildi.
Nitekim 2009 yılında atılan ilk yerli adım olan ''açılım süreciyle” birlikte, hemen sahneye bütün güçleriyle sökün ettiler. Açılımı bir PKK zaferiymişcesine coşkulu kutlamalar eşliğinde kullanmaya başlayınca, karşı reaksiyonu adeta şartlı refleks gibi koşulladılar. Kısa sürede sorun bir çözüm süreci olmaktan çıkıp karşılıklı bir gövde gösterisine dönüştü ve süreç akamete uğradı. Kürt kartına karşılık Türk kartı bir kılıç gibi kışkırta kışkırta çekilmişti.
Ama üst aklı esasen en fazla görünür kılan olguyu 2013 yılında başlatılan çözüm sürecinde görmek mümkün. Ortalıkta hiçbir neden yokken Silvan’da 16 askerin katledilmesi sonrası başlatılan kaotik durum. Binleri bulan ölümlerden sonra büyük bir sorumlulukla tekrar kontrol altına alınan süreç ancak iki yıl dayanabildi, üst aklın hile ve kumpaslarına.
Özellikle “masayı kim devirdi” tartışmalarının gölgesinde başlatılan ''devrimci halk savaşı'' tipik bir üst akıl ürünüdür. Çünkü PKK’nin 40 yıl süren şiddete dayalı mücadele tarzında şehir savaşları hiç gündeme gelmedi. Ne oldu da 40 yıl boyunca bir köy karakolunu bile 24 saatliğine işgal edemeyen bir örgüt, birden bire koca şehirleri işgal planı için düğmeye bastı ve şehirler harabelere çevirdi?
Savaşı bu düzeyde yürütmek PKK için hiç gerçekçi değilken, bu tarz bir savaş için hiçbir deneyime sahip değilken ve en önemlisi bu hazırlıklarla baştan beri kaybedecekleri belli olan bir savaşa PKK neden evet dedi? Aslında yanıt belli; Türkiye’yi Suriye denkleminin dışına itmek. Peki Türkiye’nin Suriye denkleminden dışlanması en çok kimin işine yarar? İran, Rusya ve Esad rejimine.
Rojava' da çocuk askerlere bile ihtiyaç duyan PKK aklı neden Rojava'yı ihmal etmek pahasına gücünün önemli bir bölümünü şehir şavaşları için tahkim etti? Çünkü bu akıl PKK'nin aklı değildi, bir üst akıldı ve oyunu bölgesel çapta kurmaya çalışıyordu.
Türkiye kendi Kürt sorununu ne zaman kendi imkanları içinde çözmeye çalışmışsa mutlaka üst akıl devreye girmiştir. Tam da bu noktada kimi siyaset aptalarının ileri sürdüğü ''eğer biz kendi sorunlarımızı çözersek el alem gelip iç işlerimize karışmaz'' savı çürük bir tekne gibi su almaya başlıyor.
Be hey bedbaht, mesele zaten bu. Biz sorunlarımızı çözmeye karar verdiğimizde, o sorunların çözümü için mesafe aldığımızda üst akıl parmak sallamaya başlıyor büyük hiddetle. Bir şeyleri çözmeye kalkışmazsanız, kılınızı kıpırdatmazsanız elbette üst akılla bir sorununuz oluşmaz. Çünkü onların kendi çıkarlarına hizmet eden çözüm ya da çözümsüzlükleri var ve siz bir adım attığınızda bütün güçleriyle üstünüze çullanmaya başlarlar. Üst akıl üstümüze çullanmış ya da çullanmak üzere olan akıldır. Hepsi bu.