Naci Şenocaklı... O, 45 yıllık tecrübesiyle mücevher sektörünün duayenlerinden. Kapalıçarşı’da Ermeni bir ustadan binbir zorluk içinde öğrendiği kuyum işinde bugün marka olmanın ve butik tasarımlarla ün yapmanın tadını ‘bu iş benim hobim’ diyerek çıkartıyor. Sanat dünyasının ağır topları hep onun müşterisi olmuş. Zeki Müren, Huysuz Virjin olarak tanınan Seyfi Dursunoğlu, Emel Sayın, Barış Manço, Ajda Pekkan ve Hülya Avşar bu isimlerden sadece birkaçı.
2 binden fazla modeli var. Tasarımların tamamını ise kendi başına yapan Şenocaklı, bugün Diamond markasıyla yurt dışına açılmaya hazırlanıyor. Parasız kaldığı dönemlerde ek iş olarak, pazarda çorap satan bir yandan da Yurdaer Doğulu ve Nilüfer Koçyiğit’le birlikte müzik bile yapan Şenocaklı, Türkiye’deki mağazalarına önümüzdeki kış sırayla Rusya, ABD, Dubai ve Fransa ayaklarını eklemeye hazırlanıyor.
-45 yıl önce adım attığınız mücevher işinde çıraklıktan başladınız, mağazacılığa kadar geldiniz. Diamond markasını yarattınız. Mücevherle tanışmanızın hikayesini anlatır mısınız?
Bu işe 1965 yılında 13 yaşındayken başladım. Ortaokuldan ayrıldım ve Kapalıçarşı’da bir imalathaneye çırak olarak girdim. Abim Kapalıçarşı’da kuyumculukla uğraşıyordu, beni de onun yanına verdiler. Değişik ustaların yanında çalıştım ama asıl işi, bir Ermeni ustanın yanında öğrendim. Kendisi çok sert, zor bir insandı. Çok azarlar, hiç bir işi beğenmezdi. Çok zorlardı beni ama 3 yıl sabrettim işi öğrendim. Sonra oradan ayrıldım bir mağazada çalışmaya başladım, bir süre sonra iflas ettiler. Başka bir atölyede çalışırken kolum kırıldığı için işten atıldım. Böyle olmayacaktı, kendi işimin sahibi olmalıydım. Çorap satmaya karar verdim. Askerlik girdi araya sonra Kuşadası’na gittim kendi yaptığım kolye ve bilzekleri işportada satmaya başladım. Bir yandan da dönemsel olarak çorap işi yapıyordum. Biraz para biriktirdikten sonra Beyoğlu’na geldim ve bir dükkan açtım. Kuyumculuk yapmaya başladım ama hafta sonları pazarlarda yine çorap satıyordum.
-Diamond markasını seçmenizin bir öyküsü var mı?
Beyoğlu’nda Anabala Pasajı’ndaki ilk dükkanımı devraldığımda Rum ve Ermeni sahipleri mağazalarına ‘diamond’ adını vermişlerdi. Çok müşterileri vardı, ben de o isimle devam ettim. Hemen ismin tescilini aldım ancak şimdi o kadar çok kopyamız çıktı. O yüzden markamızı ‘Diamond by Naci Şenocaklı’ olarak da kullanıyoruz. 1979’a kadar kaldığım bu dükkanda çok iyi tanındım, özel tasarımlar yaptığım için zenginler bana geliyordu, okul yüzükleri de yapıyordum bir yandan. O aralar Nişantaşı’ndan ciddi müşterilerim vardı. O bölgeye bir dükkan açtım. 1989’da Galleria’da bir şube açtık. Alışveriş merkezine giren ilk kuyumcu oldum. 1993’te de Akmerkez derken bir şube de Suadiye’de açtık. En son da Kaş’ta açtık
-200 liraya bile tek taş satıyorlar, mücevher tabiri caizse ayağa düştü. Kaliteli mücevher almanın püf noktaları neler?
Herkes mücevherci oldu. Fabrikasyon üretim, pırlanta ve diğer taşların düşük kalite olması sektörü bozuyor. Çin’den takı alıp kendi markası altında satan çok var. Bizim gibi el emeği göz nuru uğraşmıyorlar. Biz sanat yapıyoruz. Herkesin yaptığı yok bizde, özgün çalışıyoruz. Özellikle İtalyan ve Araplar müşterilerimiz arasında. 2 bin modelimiz var bizim. Bazı ağır parçaları tek çalışıyoruz, diğerlerini ise en çok 10 tane üretiyoruz. Kaliteli mücevheri almanın yolu düzgün yerden almak bir kere. Lekeli pırlantaları, değeri düşük taşları süsleyip püsleyip yok pahasına satıyorlar. Tüketici de aradaki farkı bilmediğinden ucuza buldum deyip alıyor ama satmaya kalktığında satamıyor. İnsanlar değerli taş alırken marka olan mağazalara yönelmeli.
-Planlarınızda neler var, yeni yatırım düşünüyor musunuz?
Biz butik tasarım yapıyoruz, fabrikasyon çalışmıyoruz. Bu nedenle zincir olmak gibi bir hedefimiz yok. Uygun yerlere gerek gördükçe dükkan açıyoruz. Bir de biz kendi mağazımızı açıyor, franchise vermiyoruz. Daha önce franchise denemelerimiz oldu. Ancak markanın adını kötüye çıkaran, istemediğimiz durumlarla karşılaştık. O yüzten bayilikten vazgeçtik. Bundan sonraki asıl hedefimiz yurt dışına açmak. Dışarıdan çok talep var, turistler çok ilgi gösteriyor. Bunu değerlendimek üzere çalışıyoruz. Rusya, ABD, Dubai, Azerbaycan ve Paris projemiz var. Oralarda mağaza açacağız. Ülkelere özel tasarımlar yapacağız. Bu kış bu işleri yapmış olmayı planlıyoruz. Ayrıca yurt içinde de iki mağaza açmış olmayı planlıyoruz.
-Bir de kitap yazdınız...
Meslekteki 45 yıllık deneyimimi ‘Mücevhercinin Sırları’ adlı kitabımda aktardım. Hem mücevher satmak, hem de mücevher almak isteyenlere bu kitapla rehberlik yaptığımı düşünüyorum. Ayrıca üniversitelerin ilgili bölümlerinde okutuluyor. Bu işi öğrenene kadar çok sıkıntı çektim. Bu kitap sayesinde, meslektekiler ve müşteriler işin püf noktalarını bilsin istiyorum. Altından pırlantaya kadar mücevhere ait tüm bilgilerin yer aldığı bu kitapta, satış ve pazarlama taktikleri de var. Şimdi ikincisi geliyor.
-Kuyumcular hırsızlık haberleriyle de sık sık karşımıza çıkıyor. Sizin başınızdan böyle tatsız bir olay geçti mi?
Bununla ilgili unutumadığım bir anım var: Bir müşterim bana karı koca olarak tanıttığı bir çifti getirdi. Bazı mücevherlerini verip yerine başka bir ürün almak istediler. Birkaç pırlanta ürün beğendiler, hatta bir kuyumcu adı vererek bana güven verdiler. Alışveriş yapıp gittiler. Birkaç gün sonra aynı adam yanında bir başkasıyla geldi. Getirdikleri altınları bozmak istediklerini söylediler. Kasadaki parayı vererek bozdum. Sonra yine geldiler, yanımda çalışan çocuk hırsız olabilecekleri konusunda beni uyardı. Bir sonraki gelişlerinde süphelendiğim için alışveriş yapmadım onlarla. Bir sonra gelişlerinde ise yanlarında sivil polis vardı. Korktuğum başıma gelmişti. Çaldıkları altınları bana satıyorlarmış. Beni Emniyet’e götürdüler, birkaç gün kaldım orada. Mahkemeye çıktım. Altınları fatura düzenleyerek ve günün rayici üzerinden aldığım için ilk celsede beraat ettim. Bu bana ders olmuştur.
Huysuz Virjin ve Zeki Müren’le müzisyenlik günlerimde tanıştım
ARKADAŞ grubunda amatör olarak müzisyenlik yapıyordum. Sonra Yurdaer Doğulu’yla yollarımız kesişti onunla turnelere gittim, profesyonel çalışmaya başladım. O dönemde Zeki Müren ve Huysuz Virjin olarak tanıdığımız Seyfi Dursunoğlu ile tanıştım. Onlara da tasarım mücevherler yapmaya başladım. Bir çok ünlü önemli iş adamı, medyatik insan müşterim oldu dönem dönem. Emel Sayın, Hülya Avşar, Barış Manço, Ajda Pekkan ilk sayabileceğim isimler. Biz dizilere şov programlarına da mücevher veriyorduk. Ancak oradaki rekabet de bozuldu. İnsanlar takılarının kullanılması için üzerine bir de para ödemeye başlayınca biz bıraktık.
Cebimdeki son parayla ‘şam baba’ tatlısı aldım eve yürüyerek gittim
İŞ öğrenmek için yok paraya çok çalıştım. Cebimde yol param dışında para olmazdı. Hiç unutmam, bir gün bir seyyar satıcının önünden geçerken canım ‘şam baba’ tatlısı çekti. Dayanamadım cebimdeki son paramla aldım yedim. Tabii bunun bedelini de Kapalıçarşı’dan Okmeydanı’ndaki evime yürüyerek giderek ödedim. Biz sabırlıydık, hedefimiz vardı. Şimdi gençler işe girdikten sonra biraz fazla para veren çıkarsa hemen gidiyor. Ben ise sabredip işi öğrendim. Buralara gelmek hiç kolay olmadı ama şimdi meyvesini yiyorum.
Tasarımı meditasyon sırasında ve uykudan kalkarak yapıyorum
TASARIMLARIN tamamını kendim yapıyorum, kızım da bana yardım ediyor. Tasarımcı çalıştırmıyorum. Büyük ağırlığı Osmanlı ve Türk motiflerine veriyorum bu işin sırrı kendi kültürünü yansıtmaktan geçiyor. Osmanlı’dan esinlendiğim bir motiften 20-30 tane model yapıyorum. Mutlaka hayalimden bir şeyler katıyorum. 15 yıldır meditasyon yaparım. Bu sırada gözümde modeller uçuşur. Tasarımlar gelmeye başlar. Yanımda defterim var, hemen çizerim. İlham ne zaman gelirse kağıda kaleme sarılıyorum. Bazen uykumdan uyanıyorum, bazen de araç kullanırken kenara çekip çiziyorum. Böylece ortaya özgün ve farklı tasarımlar çıkıyor.