Geçen hafta LYS yerleştirme sonuçları ÖSYM tarafından açıklandı. Sonuçlar, birçok açıdan oldukça öğretici:
1. Yükseköğretim arz ve talebi arasındaki dengenin sağlanması adına bazı olumlu sonuçlar söz konusu. Geçen yıla göre bu yıl, yükseköğretim kontenjanlarının toplam doluluk oranı artmış durumda. Devlet üniversiteleri lisans kontenjanlarında %97, ön lisans kontenjanlarında ise %94 doluluk oranı yakalanmış durumda. Bunda son yıllarda boş kalan kontenjanlar sonrasında YÖK’ün almış olduğu bazı tedbirlerin bir yansıması söz konusu. Vakıf üniversitelerinin lisans kontenjanlarının doluluk oranı %83, ön lisans kontenjanlarının doluluk oranı ise %85,5 şeklinde. Vakıf üniversitelerinin özellikle ücretli programlarının boş kaldığı görülmektedir. Vakıflar mevcut kontenjanlarını doldurmak istiyorlarsa, ücret politikalarını gözden geçirmeleri gerekiyor.
2. Yükseköğretim sistemi içerisinde vakıf yükseköğretim kurumlarının özellikle son on yılda ciddi bir kapasiteye ulaştığı görülmektedir. On yıl önce toplam kontenjanların yaklaşık %5’i vakıflar tarafından sağlanırken, bu yıl bu oran yaklaşık %20’ye ulaşmıştır. Bu oran, vakıfların artık sadece elit bir kesime değil, toplumun önemli bir kesimine erişim hizmeti sunabilecek kapasiteye ulaştığını göstermektedir.
3. Yükseköğretim giriş sistemindeki verimsizlik ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Yaklaşık 600 bin kişi bir yükseköğretim programını bitirmiş olduğu veya daha önce bir yükseköğretim programına yerleştirildiği halde yeniden sınava girmiştir. Bunların yaklaşık 100 bini yeniden yerleşmiş ve böylece kontenjanların verimsiz kullanılmasına yol açmıştır.
4. Yükseköğretimdeki bütün yeni dinamiklere rağmen, bazı medya kuruluşları, eski alışkanlıklarını sürdürüyor ya da eski ezberleri tekrarlıyorlar. Bazıları, yerleştirme sonuçlarını sadece boş kontenjanlar üzerinden ele almaya devam ediyor. Oysa boş kontenjanlar, geçen yıla göre yaklaşık yarı yarıya, devlet üniversitelerinde ise yaklaşık üçte iki oranında azalmış durumda! Ayrıca, sınav sisteminin sonuçlarını sadece LYS birincilerinin nereye yerleştiği üzerinden gören gazeteler var. Oysa bu habercilik, 2 milyon kişinin girdiği bir sınavın çok çok sınırlı bir resmini sunabilir. Medyanın tembelliği üzerinden atması ve daha kapsayıcı ve bilgilendirici haberler yapması lazım.
5. Devlet lise türleri arasındaki hiyerarşik yapı yani okulları arasındaki inanılmaz başarı farkı devam ediyor. Yıllardır devam eden ve maalesef gittikçe kötüleşen bu konuda MEB’in neler yaptığı veya ne tür tedbirler aldığı merak konusudur.
6. Yükseköğretim sistemi büyüdükçe ve üniversiteli sayısı arttıkça, Kalkınma Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu ile TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD vb. kurum ve kuruluşların gündemine alması gereken çok önemli bir mesele var. Bu mesele, “bu kadar çok” üniversitelinin istihdamıdır. Gazi Üniversitesi’nden Işıl Kurnaz’ın önceki hafta TOBB ETÜ’de sunduğu “İşgücü Piyasasında Uyumsuz Eşleşme: Yoksa Bu İş İçin Fazla Mıyım?” başlıklı araştırmasına göre, her 10 üniversite mezunu çalışandan 3’ü yaptığı işe göre fazla eğitimli. Yani, üniversite mezunları, donanım ve eğitimlerine uygun iş yeterince bulamıyorlar. Çözüm? Uyumsuz eşleşmenin en kolay çözümü, üniversiteli sayısını daha fazla artırmamak veya kontenjanları kısıtlamaya gitmektir. Oysa, toplumsal talep ve genç nüfusun varlığı dikkate alındığında, bundan sonra böyle bir yolun gerçekçi olmadığı görülecektir. Ayrıca, mevcut bütün göstergeler, bu talebin önümüzdeki yıllarda da devam edeceğini gösteriyor. 4+4+4’ün ilk mezunlarını vereceği 2017 yılından itibaren her yıl daha çok kişi liseden mezun olacak ve yükseköğretim talebini artıracaktır. Dolayısıyla uyumsuz eşleşme sorununu azaltmak için alternatif tek bir çözüm vardır: Yükseköğretim mezunlarının çalışabilecekleri yani daha nitelikli çalışan arayan sektörlere yönelik teşvik ve yatırımları artırmak.
Bu vesileyle, okuyucularımın ve bütün Müslümanların Fıtr Bayramını tebrik ederim.