Ünlü yazar ve New York’taki Columbia Üniversitesi’nde uzun yıllar provostluk (rektörden sonra üniversitenin akademik işlerinden sorumlu en önemli kişi) yapmış Jackues Barzun’un, entelektüel dünyayı anlatan bir kitabının başlığı çok ilginçtir: “Akılhane” (The House of Intellect). Barzun, bu kitabında, entelektüellerin veyahut yalancı-entelektüellerin aklı küçümsediğini ve ihmal ettiğini, buna rağmen entelektüellerin toplumda el üstünde tutulduğunu düşünmektedir.
Aklın ve bilimsel düşüncenin hanesi olması gereken ve bundan dolayı toplumda saygınlığı olan üniversitelerde karşımıza çıkan tuhaflıkları ve akıl-dışılıkları gördükçe, Barzun’un bu düşüncesini hatırlayabiliriz. Bu tuhaflıklar ve akıl-dışılıklara üniversitelerin gündelik iş ve işleyişlerinden sayısız örnek verebiliriz. Hadi, bunlara kimimiz idarecilerden korktuğumuz kimimiz ise zaten garipsemediğimiz için ses çıkarmıyoruz ve uyum sağladık diyelim. Ancak, bu akıl-dışı iş ve işleyişler, üniversite dışarıya hizmet üretmeye çalışırken de karşımıza çıkınca, daha bir tuhaf oluyor. Zira toplum birçok konuda üniversiteden daha ileride.
Normalde e-devlet çağında olduğumuz, devlet yetkilileri tarafından çeşitli vesilelerle bizlere söyleniyor. Online hizmetlerin, birçok bürokratik külfeti ve angarya işi, azaltma potansiyeli var. Bu potansiyeli açığa çıkarmak ise kurumlara bağlı. Bu çerçevede, iyi örnekler de sayılabilir, kötüleri de.
***
Bir okuyucu dostum, Gazi Üniversitesi yüksek lisans başvuru sürecini anlatmış. Üniversiteleri ilgilendiren ve çeşitli akıl-dışılık örnekleri içerdiği için sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Öğrencilerden öncelikli olarak online başvuru yapılması istendi. Burada ALES sonucu, YDS sonucu, diploma notu gibi gerekli belgelerin online ortama yüklenmesi istendi.
Daha sonra online başvuru yapanlardan, belirli bir tarih aralığında her bölüm için iki ayrı gün ve saat (mesela sosyoloji için pazartesi öğleden sonra ve çarşamba sabah) belirlenerek, online başvuru esnasında sisteme yüklenilen belgelerin asıllarını ve fotokopilerini enstitüye getirmeleri istendi.
Enstitünün girişinde belgeleri kontrol eden ve kontrol edildiğine dair mühür basan bir görevli tarafından belgeler kontrol edildi. Gelen her öğrenci öncelikli olarak burada sıra bekledi (yaklaşık 1 saat). Ardından öğrenciler, öğrenci işlerine giderek görevli bir eleman tarafından (iki ayrı salonda toplamda 5 kişi çalışıyordu), daha önce online başvuruda yüklemiş olduğu belgelerinin asıllarına bakarak fotokopilerinin alınması ve birtakım nüfus bilgilerinin kontrol edilmesi için başka bir sıraya girip saatlerce burada bekletildikten sonra (ben iki saat bekledim, daha fazla bekleyenler de oldu) başka bir görevliden de yazılı mülakata girebilmek için sınav giriş belgesi alınması gerekiyordu (diğerleri kadar olmasa da burada da kuyruk oluştu).
Tabi bu kadar yığılma karşısında, her bölüm için önceden belirlenen evrak teslim günü ve saati de işlerliğini kaybetmiş oldu. Çünkü başvurusu sabah olan bir öğrenci öğleden sonraya kadar sıra beklediği için haliyle bu uygulama da gerçekleşemedi.
Toplamda 11 kişilik sosyoloji kontenjanı için, 127 kişiden evrak teslimi isteyip daha sonra bunun sadece 30’unun sınava girmeye hak kazanması, toplamda yüzlerce kişinin boşu boşuna saatlerce kuyrukta beklemesine, insanların akademik hayatına başlamadan akademiden soğumasına neden olmuştur.”
***
İşte aklın ve bilimin mekânı olması gereken üniversite denen kurum, Weber’in “kırtasiyecilik” diye adlandırdığı bürokratik bir yapıya bürünmüş görünüyor. Bu tür kırtasiyecilikler maalesef birçok üniversitede mevcut.
Bu süreçleri sadeleştirmek, kolaylaştırmak ve böylece öğrenci adaylarına daha insanca muamelede bulunmak pekâlâ mümkün. Nihayetinde, gerek kamuda gerekse özel sektörde dijital teknolojilerin çok başarılı uygulamaları söz konusu. Ayrıca, ODTÜ gibi üniversiteler başvuruları postayla matbu olarak da kabul ediyorlar ki bu da öğrenci adaylarına kolaylık sağlayan bir şey.
e-devlet çağında üniversite, toplumun gerisinde kalmamalı.