Üniversitelerde paralel yapılanma yöntemleri emniyet ve yargıdan farklı değil.
Dünkü yazımda biraz anlatmıştım.
Ayrıntıları zaten üniversite camiası biliyor.
Gereğini de onlar yapacağı için haddimi aşan ayrıntılara girmeyeceğim.
Ancak şu örneği vermeden edemem.
‘Paralel dönem’de özellikle küçük şehirlerde art arda açılan üniversitelerin ‘akademik kadroları’ mecburen hızla dolduruldu.
Kimlerden?
O anda prof ve doç sıfatı taşıyanlardan...
Elbette tamamını itham ediyor değilim.
Aralarında paralel engellere rağmen akademik kariyerini kazanmış çok sayıda tanıdığım isim var.
Ancak paralelin küçük şehirlerdeki üniversiteleri ‘kadro almak’ için kullandığı da bir gerçek.
Büyük üniversitede ‘doç’ yapılanlar küçük üniversitelere yönlendiriliyor, buralarda birim yöneticiliklerine getiriliyor, prof yapılıyor, ardından yeniden büyük üniversitelere, Sağlık Bakanlığı’na, bilimsel araştırma merkezlerine ve üniversitelerin teknoloji şirketlerine ‘yönetici’ olarak atanıyorlar.
Ve buralardaki görevlerinde de altlarına yeni paralelleri getiriyor, devlet veya üniversitenin imkanlarını paralel şirketlere kullandırtıyor vs...
Dediğim gibi bu yöntemle ilgili olarak bütün akademi camiasını itham ediyor değilim.
Bu mümkün de değil.
Ancak bir örnek var ki, gözden uzak tutulacak gibi değil.
Hacettepe Üniversitesi’nde önceki rektör Prof. Murat Tuncer döneminde ‘kaçak profesör’ olarak adı duyulan Tuncay Delibaşı örneği.
Tuncer ve Delibaşı’nın adı, başta Teknokent olmak üzere üniversite kaynak ve imkanlarının paralel yapıya teslim edildiği iddialarında geçmişti.
Delibaşı’nın sadece 2 yıla sığan profesörlük, rektör danışmanlığı, şirketlerde yönetim kurulu başkanlıkları, birim yöneticilikleri gibi kariyerini Hacettepe Üniversitesi Senato ve Yönetim Kurulu Kararları’ndan okuyalım:
Delibaşı, 6 Mart 2013’te Kastamonu Tıp Fakültesi’ndeki açık kadrodan profesör yapıldı. Ama 10 Nisan’da Sağlık Bakanlığı’nda görevlendirildi, bu görevlendirmeler de -ABD’ye kaçana kadar- 9 ay ve 1 yıllık sürelerle üç kez uzatıldı! Arada bir yıl Teknokent Yönetim Kurulu Başkanlığı’na, geri bir yıldan fazla da üniversitenin kritik savunma projeleri de dahil en önemli teknoloji şirketlerinin bağlı olduğu Hacettepe Yatırım A.Ş’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’na getirildi, Rektör Danışmanı yapıldı.
Yani aslında Ankara’dan hiç ayrılmadı!
İki kez hariç.
‘Bilimsel amaçlı’ ziyaret için üniversite kaynaklarından çıkarılan ödenekle ABD’ye gittiği zamanlar...
Delibaşı ABD’de yaşayan Gülen’in doktoru olarak tanınmıştı.
Ayrıca Gülen cemaatinin sağlık sektöründe kurduğu 105 sağlık derneği ve 5 federasyondan birinin başkanı, bunların bağlı bulunduğu VESKON’un da Yönetim Kurulu Üyesi’ydi.
Bu dernek ve federasyonların internet sitelerindeki son duyurunun ‘fesih gündemli genel kurul’ duyurusu olduğuna, yani kapandıklarına dikkat çekelim!
Delibaşı’nın hekimlik kariyerinde mutlaka bir düzeyde uzmanlığı bulunuyor olabilir.
Ancak bu kadar şirkette, cemaat dernek ve vakıflarında yönetimde bulunan, kağıt üzerinde Kastamonu-Ankara arasında mekik dokuyor olması gereken birinin bu kadar bilimsel yayın yapması -en azından- hayatın olağan akışına uygun gelmiyor!
Bu bilimsel yayınların da hep ‘aynı kişilerle’ yazılmış ‘ortak makaleler’den oluşması bu kanaati pekiştiriyor elbette!
Hacettepe Üniversitesi’nde yeni rektör seçilene kadar Hacettepe İnovatif Yatırım A.Ş’nin internet sitesinde Yönetim Kurulu Başkanı olarak, FETÖ operasyonunda ABD’ye kaçtığı için yakalanamayan ve gıyabi tutuklama kararı ile aranan Prof. Tuncay Delibaşı’nın adı ve resmi bulunuyordu.
Önceki gün adı siteden çıkarıldı.
Kadrodan da çıkarıldı mı, henüz teyit edemedim.
Ama yeni rektör Prof. Haluk Özen’in birimleri yeniden yapılandırmaya başladığını biliyorum.
Hacettepe’deki yeni süreç ve zaten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürütmekte olduğu soruşturma ‘paralel kadrolaşma ve peşkeş’ hikayelerini ortaya çıkaracak.
Umarım başka üniversiteler ve kurumlar bu süreci izliyordur. Zira paralelin her yerde yöntemi aynı.