Yazının en sonunda söylemem gerekeni başa alarak yazıya giriyorum: Üniversite olmanın çok çeşitli ön koşulları var ama bunlardan en önemlilerden birisi de bir üniversitenin kendi öğrencisini kendi seçebilme özgürlüğüdür. Kendi öğrencisini kendi seçemeyen bir yükseköğretim kurumuna uluslararası anlamda üniversite denemez, zaten denmiyor da.
Basında üniversite giriş sisteminin değişeceğini duyduğumda doğrusu heyecanlandım, üniversitelere kendi öğrencisini seçme hakkının nihayet tanınacağını sandım ama artık alışkanlık oluyor, bir kez daha yanıldığımı gördüm.
Kimsenin hakkını da çok yemeyelim, 2014 senesi için getirilmesi düşünülen değişiklikler bugünkü sisteme azımsanmayacak iyileşmeler de getirmiyor değil.
Bir gencin tüm geleceğini üç saate endeksli kılan sınav sistemi TOEFL türü, birden fazla denemeye dönüştürülüyor, aday girebildiği çok sayıda sınav arasından en başarılı olduğunu üniversitelere ibraz edecek, böylece başına gelebilecek bir şanssızlık faktörünü de elemiş olacak.
Bendeniz üniversite sınavlarına 1973 senesinde ve büyük bir şanssızlık sonucu sınava yaklaşık kırk derece ateşle katılmak zorunda kaldım; o sene, sınavdan yaklaşık bir ay sonra soruların çalındığı ortaya çıktı, kırk derece ateşle katıldığım ilk sınav iptal edildi, sonucunu hiç öğrenemedim, ikinci bir sınava girerek üniversitelere kayıt yaptırdık.
O ilk sınav iptal edilmemiş olsa belki bendenizin de bütün yaşamı bir soğuk algınlığı ve yüksek ateş nedeniyle farklı bir mecraya gidebilecek idi.
TOEFL benzeri bir sınav sisteminin tercih edileceği fikri bence de son derece önemli.
Basına yansıyan ikinci önemli değişiklik önerisi üniversite giriş sınavlarında çıkacak soruların liselerde aktarılan bilgiden ziyade liselerde kazandırılan analitik yetenek (!) ölçümüne dayalı olacağı.
İlk bakışta çok olumlu gibi duran bir değişiklik önerisi ama bu önerinin üzerinde biraz düşündüğünüzde ilk heyecanınızı da kaybediyorsunuz doğrusu.
Basından okuduğum kadarıyla metinde “liselerde kazandırılan analitik yetenek” gibi bir ifadenin üzerinde ısrarla duruluyor; haberi ilk geçen ajansın bir hatası değilse ifade aynen böyle.
İlköğretim ve lise süreçlerini olabildiğince izlemeye gayret ediyorum; bu süreçlerin herhangi bir yerinde öğrencilere analitik düşünme yeteneğinin kazandırıldığına ilişkin bir ipucuna doğrusu rastlamıyorum.
Bunun da çok çeşitli nedenleri var; müfredatın ve bizde HALA egemenliğini sürdüren eğitim ideolojisinin zaten gençlere analitik bir bakış açısı kazandırma gibi bir derdi yok, olsa olsa kaygı tam tersi.
Durum böyle olunca üniversite sınavlarında hangi kazandırılmış analitik yetenek ölçülecek, anlamakta zorlanıyorum.
Yanlış anlaşılmasın, getirileceği ifade edilen değişiklikleri küçümsemek değil amacım ama 2012 Türkiye’sinde yapılacak reformların artık hedefi 12’den vurmasının zamanı geldi de geçiyor.
Öngörülen değişiklikler bir iyileştirmedir, savunulabilir ama bize lazım olan çok daha fazlası.
Her üniversitenin kendi öğrencisini seçmeye başlaması üniversite olmanın ilk adımı belki de.
Bu sürecin zorluklarının farkındayım; üniversiteler kendi öğrencilerini kendi seçmeye başladıkları zaman ilk seneler, sistem ve kültür oturana dek, ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ gibi üniversitelerin rektörü olmak dünyanın en zor işine dönüşebilir.
Ancak, bu iş de bir toplumsal kültür, alışma, alıştırma işi ve bunlar da zamanla oturur kanısındayım.
Türkiye de bir gün mutlaka üniversitelerin kendi öğrencilerini kendi seçecekleri bir sisteme dönecek.
Bu zor gibi gözüken işi ne kadar önce yapsak yola o kadar erken koyulmuş oluruz.
ABD’nin, İngiltere’nin yaptığı işi neden biz yapamayalım?
Her üniversite bağımsız bir kurumun yapacağı bir yetenek, matematik ya da ingilizce sınavından alınacak puanı baraj ilan eder, ötesini de kendi belirleyeceği bir süreç dahilinde yürütür.
Bu süreçlerde, hele ilk seneler, baskılar, yolsuzluklar, kayırmalar da olabilir ama rektörlere, üniversite yönetimlerine de güvenmek zorundayız.
Daha da önemlisi, bir-iki kayırma olacak diye tüm bir sistemin etkinliğini gözden çıkaramayız. twitter.com/KarakasEser