Yaşar Büyükanıt’ın toprağı bol olsun ama “sıradan” bir insan olmadığı için elbette icraatlarını sorgulayacağız.
***
Türk milleti 1960’tan bu yana garip bir kısır döngü yaşıyor. “Asker olsun” diye yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği evlatları, “general” olunca birden bire millete düşman kesiliyor. Dinî ve millî değerlerimizi, düşmandan koruması için ordunun başına geçenler, tam aksine; onlarla işbirliği yapmaya başlıyor.
Sonrası malum…
Bir anda bütün millet Cumhuriyete ve laiklik ilkelerine “düşman” oluverir! Müslümanlar günde beş defa “Bu rejimi nasıl deviririz” diye düşünür, kadınlar Atatürk düşmanlığını gizlemek için başörtüye bürünür!.. Ülkenin büyük bir tehditle karşı karşıya kaldığını gören (!) asker derhal harekete geçer. Yargıda, siyasette, medyada hazır bekleyen “dava arkadaşları” ile birlikte “Atatürk’ü, rejimi ve laikliği kurtarma (!) harekâtı” başlatırlar.
Millet “Düşman diye savaş açtığın benim ben…” diye çırpınadursun, komutanlar teröristlerle mücadeleyi bile bir kenara bırakarak “Türk ordusunun önceliği PKK değil, irtica (?) ile mücadeledir” der, medyaları da bunu manşet yapar.
Ve bir gece bakarsınız “Bizde disiplin her şeydir” diyen komutanlar, milletini koruması için verilen silahları millete doğrultarak, amirlerine emir vermeye başlar. Sonra da uzaklardan bir fısıltı gelir kulağınıza: “Bizim çocuklar başardı…”
Siz ihanetin boyutlarının okyanus ötelerine kadar uzandığını öğrenince bir kere daha şok olursunuz. “Biz büyüttük ama meğer bunlar başkasının çocuğuymuş; bu nasıl olur” diye dövünür durursunuz…
Darbe orkestrasının şefiydi…
Bence Büyükanıt bu zincirin son halkasıydı.
Çünkü öncekilerin uyguladığı “darbeye giden yol haritası”nı o da aynen uyguladı. Hatta sadece silah arkadaşlarını değil, darbe orkestrasının sivil üyelerini de çok iyi yönetti.
Medya, aynen 28 Şubat’ta olduğu gibi 27 Nisan öncesinde de taşları ince ince döşedi. “Görev emri” üzerine üniformalarını giyen Ertuğrul Özkök, çoktan atışa başlamıştı bile. Mesela 19 Nisan tarihli Hürriyet, “23 Nisan Provokasyonu” başlığıyla provokasyon yapıyordu. Efendim, “Yıllarca 23 Nisan kutlamalarına sahne olan Ankara Atatürk Spor Salonu'nda ilk kez bir Kur'an okuma yarışması yapılacak”mış… Bu yaygara üzerine (nedense) yarışma iptal ediliyor ama Hürriyet aynı konu, 29 Nisan günü, “Yine O Kafa” başlığıyla tekrar gündeme getiriyor ve “28 Şubat” göndermesiyle askeri uyarıyor: "23 Nisan günü başkentte Kur'an okuma yarışmasını organize eden AGD, 28 Şubat’ta Sincan'da tankların yürümesine neden olan 'Kudüs Gecesi'ni düzenlediği için kapatılan Milli Gençlik Vakfı'nın devamıdır."
***
Ve 27 Nisan… Medya ve “sivil yargı”nın “367 şart” nakaratlarıyla gelinen 27 Nisan’da göz yaşartan bir işbirliği sergileniyor! Darbeler mağduru Demirel ve Özal’ın siyasi varisleri “Meclis’i boykot ediyoruz” diyerek oylamaya girmiyor. Böylece Gül hakkındaki oylamanın tartışmalı hale gelmesi sağlanarak, CHP’ye “Al da at” pası veriliyor. CHP de “çalışılmış” bir atakla topu hemen Anayasa Mahkemesi’ne atıyor.
TSK da, teknolojinin nimetlerini kullanarak, Büyükanıt’ın “Bizzat yazdım” dediği muhtırayı sitesinden paylaşarak, sağlı sollu devam eden bu ataklara, “Korkmayın; arkanızdayız” mesajıyla “ara gazı” veriyor.
Ertuğrul Özkök de endişeli
Ertuğrul Özkök, bu muhtıranın verildiği gecenin sabahında “Bunları şuurlu söylüyorum” notuyla yazdığı yazısında “sivillerin bu süreci iyi yönetemediği”nden (?) bahsediyor ve “askerin dile getirdiği eleştirileri ben de taşıyorum” diyor. Dilinin ucuyla “böyle askerî müdahaleler bize yakışmaz” demiş gibi yapıyor ama “hâlâ 28 Şubat’ı savunan bir insan olarak” yazının başından sonuna kadar “AKP”yi dövüyor. (Şimdilerdeki“Ben döneğim” ifşaatları (!) sadece konjonktür gereği kamuflajdır, Ertuğrul Özkök hâlâ aynı yerdedir, köşesinde itibar arayanlara duyurulur.)
Bitmedi, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da aynı gün AYM’yi, “367’ye gerek yok derseniz çatışma çıkar” diye uyarıyor.
Ve AYM belki de tarihinin en hızlı kararını vererek 1 Mayıs’ta, “Evet, 367 şart” diyerek görevini yerine getiriyor.
***
Velhasıl önceki darbelerde olduğu gibi resmî-sivil bütün unsurlar görevlerini yine eksiksiz yerine getirmişlerdi ama bu sefer “aynı sonuç” çıkmadı. Hatta bu kalkışma sonrasında millet bizzat duruma el koyarak; iradesini bu vesayetçilerin ipoteğinden kurtardı.
“Darbe”nin tek eksiği asker…
Yanlış anlamayın, “İhanet tamamen bitti” demek istemiyorum. 15 Temmuz 2016’da muhatap olduğumuz ihanetin vahametini “darbe” kelimesi bile ifade edemez. O geceki kalkışma, yedi düvel lejyonerlerinin; patronları adına giriştiği bir işgal hareketiydi. Ancak bu aşağılık Haçlı-Siyonist işbirlikçileri de yine TSK’daki aşırı İslam düşmanlığının oluşturduğu “zaaf”ı kullanarak bu noktaya gelmişlerdi. Şimdi ise TSK’da, “Büyükanıt’ın küçük versiyonları” olan Kemalist maskeli darbeci kalıntıların yoğun desteğiyle, FETÖ’cüler ayıklanıyor.
Ama bizim FETÖ karşıtlığımız ile bunların “FETÖ öfkesi” birbirinden çok farklı. Bizim gerekçemiz olan “FETÖ’nün din ve millet düşmanlığı” onların umurunda bile değil. Tam aksine düne kadar gerçek Müslümanlara karşı birlikte mücadele ettiler.
Onlar, “Ergenekon mağduriyeti”ni kullanarak, TSK’da eski inisiyatiflerini tekrar elde etmeye çalışıyor.
Umarım ilgili birimlerimiz bu noktaya dikkat ediyordur.
Çünkü, “medya ve Meclis’teki darbeci partnerleri” onları bekliyor…