Uludere tartışmaları bitmek bilmiyor. Tartışmanın sürmesinde gereksiz açıklamaların, dış tahriklerin ve terör örgütünün istismarının büyük rolü var elbette. Ancak asıl neden itimatsızlık... Kamuoyu hâlâ güvenlik güçlerine yeterince güvenmiyor. Çünkü tarihimizde derin devletin işlediği ve kaza süsü verdiği çok fazla cinayet ve katliam var... İnsanlar da henüz derin devlet sayfasının tam olarak kapandığına inanmıyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İsrail bağlantısı iyi bilinen bir gazete Uludere hakkında kışkırtıcı bir haber yapınca “önce kendi kaynaklarımıza güvenmeliyiz” demişti. Ancak onlarca yıl içinde oluşan güvensizlik öylesine güçlü ki güven bunalımını aşmamız pek de kolay değil. Bu nedenle insanları tahrik etmek için İsrail veya ABD kaynaklı bir haber yetiyor da, sakinleştirmek için kendi kaynaklarımızın açıklamaları yeterli olmuyor...
***
Ortada bir algı ve güven sorunu olduğu aşikâr. Ancak mesele sadece algılarla ilgili de değil. Uludere’de Genelkurmay ve genel olarak devlet iyi bir sınav veremedi. Zamanında ve yeterince doyurucu açıklamalar yapılamadı. Genelkurmay geçmişin alışkanlıkları içinde, belki de istemeden, olayda pek çok karanlık nokta bıraktı. O karanlık noktalardansa etrafa şüpheler yayıldı.
Bugün TSK’ya güvenmeyenler Uludere’nin Hükümeti zor duruma düşürmek için organize edildiğini düşünüyor. Buna göre ortada kaza falan yok, derin devlet TSK içinde hala aktif ve fırsatını bulunca yapacağını yapıyor. Böyle düşünenler sivil-asker ilişkilerinde alınan mesafeyi takdir ediyor elbette, ancak geçmişte kurulan pek çok derin devlet ilişkisinin hala bozulmadan devam ettiği, sadece bir süreliğine sindikleri de bir gerçek. Pek çok reform yapıldı, ama sivil denetimin ulaşamadığı yerler hala var. Örneğin yargıdaki çift başlılık devam ediyor. Üzerinden birkaç Ergenekon kuracak kadar vakit geçmiş olmasına rağmen çok konuştuğumuz Ergenekon Davası bile henüz bitmedi.
***
Uludere’nin kaza değil planlı bir katliam olduğunu düşünen ikinci gruba göre ise yaşananlar ABD ve/veya İsrail’in planlı bir oyunu. Buna göre istihbarat ABD’den geldi ve Türkiye gelenlerin kaçakçı değil, terörist olduğuna inandırıldı. Böylece Türk jetleri kaçakçı da olsa kendi vatandaşlarını bombalamış oldu. Wall Street Journalgazetesinde yer alan iddialar bu yönde düşünenlerin sayısını arttırdı. Habere göre ABD insansız hava aracı olayın olduğu bölgedeydi ve istihbarat Amerikalılardan gelmişti. Hükümet bu iddiaları yalanladı, ama yalanlama olayı aydınlatmaktan ziyade tartışmaları daha çok alevlendirdi.
***
Konuya İçişleri Bakanı Şahin’in durduğu yerden baktığınızda ise daha farklı bir tablo ortaya çıkıyor: Buna göre sınırınızı katırlar üzerinde ve terörist gruplara benzer kıyafetlerle izinsiz geçmeye çalışan onlarca insan var. Üstelik bu bölgede PKK bu tarz sızmalar sonucunda pek çok karakolu basmış, pek çok askerimizi şehit etmiş. Böyle bir tabloyu gören her asker karşısındaki hedefi vurmak ister. Çünkü böylesine riskli bir bölgede söz konusu kişilerin bir düğün alayı veya bir dağcı grubu olma ihtimali sıfırdır. Bu kişiler terörist olmasa da mutlaka yasa dışı bir takım işler yapmaktadırlar. Elbette kaçakçıları jetlerle bombalamak bu ülkenin alışkanlığı değildir. Ancak bazı anlar vardır ki risk almak zorundasınızdır. Bakan Şahin bu tabloyu buna benzer kelimelerle, ama diplomatik olmaktan biraz uzak bir tarzla anlattı.
***
Bana sorsanız yukarıda özetlediğimiz üç yaklaşımda da doğruluk payları var. Ama en trajik olanı güvenlik güçlerine karşı kamuoyunda hala güçlü olan güvensizliktir. Uludere bir şekilde aydınlanır, ama güven sorunu sürdüğü sürece yeni Uludereler hep karşımıza çıkar. Tekrar bu tartışmaları yaşamak istemiyorsak şeffaflık ve daha iyi iletişim şart. Ayrıca yavaşlamış izlenimi veren güvenliğin daha iyi denetimi için gerekli reformların hızlandırılması da bir diğer gereklilik.