İran ve Amerikan emperyalizmi arasında savaş eşiğine kadar varan son sıcak ve sür’atli gelişmeler içinde, ‘Ülkeyi asla savaşa sürüklemeyeceğiz!’ sözü, İran’ın ‘itiqadî lideri’ Seyyid Ali Khameneî’ye de aid.. İran’da dışsiyaseti de belirleyen en üst makamdadır, o.. Ve arkasından ekliyor: ‘Ama, eğer bize saldırırlarsa cevabını elbette veririz..’ Khameneî’nin bu sözü, ‘İran halkının ülkenin yeni bir savaşa sürüklenmesi’ ihtimalinden duyduğu endişeye karşı, bir ön savunma çabasını da yansıtıyor. Ama bir saldırı olursa kendilerini savunacakları da açıklanıyor.
Bu sözde bir yanlışlık var denilebilir mi?
Öyle ya, son derece barışçı ve amma saldırı olursa, ona da derhal karşılık verilecek!
Amma nasıl? Amerika saldırırsa ve ona karşılık verilirse, bu, savaşı sürükleyenin kim olacağını gösterir?
Osmanlı’da ‘ibtikar-ı amel’ dedikleri, (fransızca) ‘inisiyatif’ kelimesini taşıdığı mânâya da dikkat edilmesi gerekiyor -ki, ediliyor-. Çünkü, savaşta inisiyatifi, karar ve hareket kontrolünü elinde bulunduran taraf, maça 1-0 üstünlükle başlamış olur. Bunun için, aslolan, savaşın, hasmın istediği zaman, mekân ve silâhlarla değil, onların hiç istemedikleri zaman, mekânlarda ve bilinmeyen tahmin edilmeyen silahlarla yapılmasıdır.
***
İran İnkılab Muhafızları Ordusu sözcüleri, Amerika’nın 50 küsur hassas noktasını belirlediklerini açıklıyor; Amerika diken üstünde.. Amerikan Dışbakanı Pompeo da, bir İran saldırısı halinde İran’ın ilk vurulacak 52 hassas noktasının belirlendiğini söylüyor. Bu 52 sayısının, Kasım-1979’da Tahran’daki Amerikan Elçiliği’nin İranlı Üniversite öğrencilerince işgal edilmesi sırasında rehine alınan 52 diplomatın sayısına işaret olduğunu; yani, bir tarihî rövanş olacağını da hatırlatarak..
Amerikan başkanı Trump, ‘İran’ın tehdit dolu açıklamalardan artık el çekmesini, aksi halde ağır bedel ödeyeceğini’ söylüyor. Trump, ‘Eğer bir saldırıyla karşı karşıya kalırsak, karşılığını çok sert veririz. Dünyanın herhangi bir yerinde Amerika’ya aid bir hedef vurulacak olursa, nasıl bir karşılık vereceğimiz görülecektir’ diye de ekliyor.
***
Ama, İran Gen. Kur. Başkanı da dün, ‘Amerika’nın savaşı başlatacak cesaretinin olmadığını, korkak olduğunu’ söylüyordu. Bununla, Amerika’yı kendi belirledikleri bir noktaya çekmek istedikleri de düşünülebilir, elbette..
Ama, İran’daki anlayışa göre resmî kişilerden sadece 3 kişinin sözü, ‘İnkılâb Rehberi, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın beyanları İran’ı uluslararası planda da bağlar; diğerlerinin sözlerinin, sadece şahsî görüşlerini yansıttığı ileri sürülür. Bu da, sorumluluğun paylaşılmasından çok, sorumluların gizlenmesi taktiğine uygundur ama, diplomatik görüşmelerde ve uluslararası planda inandırıcı bulunmamaktadır.
***
Yalnız, unutulmaması gereken bir önemli nokta, bugünkü savaşların teknolojik savaşlar olduğu gerçeğidir. Keza, iletişim teknolojisinin eriştiği noktada, bugün ulaşılamayacak nokta neredeyse yok gibidir; bütün teknik imkânlardan uzak yaşayanlar hariç.. Nitekim, Suleymanî o kadar gizli hareket etmeye dikkat gösterdiği halde, dronelerle, İHA ve SİHA’larla vurulmuştur.
Bu arada, Pentagon Sözcüsü’nün yaptığı 4 Ocak günü yaptığı açıklamaya göre, (Oğul) Bush ve Obama zamanında da Suleymanî’nin öldürülmesine imkânına ramak kaldıklarını ve amma bu yoldaki yapılacak bir operasyona, o Başkan’ların izin vermediklerini açıkladı. Trump ise, ‘Ben emir verdim’ diyor. Böylece, aynı zamanda seçim atmosferinden kendi kamuoyuna güçlülük ve kararlılık göstersinde bulunuyor. Öte yandan, Amerika Irak’taki 5 bin kişilik mevcud askerî gücüne 3-4 bin asker daha eklemiş ve ayrıca savaş gemilerini de Körfez’e göndermiş bulunuyor.
***
Ama, ilginç olan şu ki, Amerikan emperyalizminin şefi Trump, yeni bir ilkel zorbalık anlayışına harika bir kılıf geçiriyor ve hattâ Suleymanî’yi ‘barış için öldürdüklerini’ söylüyor. Yarınlarda birileri de, Amerikalı yetkilileri veya başkalarını, sırf, ‘Dünya barışını garanti altına almak için öldürmek’ şeklindeki düz mantıkla hareket ederlerse, n’olacak?
***
NOT: Benim aslî inanç temelimi oluşturan aqîdeye göre, ‘Ehl-i Kıble olanlar tekfir edilemez..’ Kusurlu, yanlışlar içinde veya günahkâr olsa bile, ‘Ehl-i Kıble’ olanlar, Müslümandırlar. ‘Ben Müslümanım’ diyenleri hemen pîr-u pâk kabul edecek kadar safdil ve hatalı, günahkâr olanlarını da zındık, kâfir diye niteleyecek kadar seng-dil (taş yürekli, duyarsız) kabul edecek kadar katı olup olmamak, herkesin kendi bileceği iştir.
Bu açıklamayı, şu son günlerdeki yazılarımda, birileri gibi mezhebî çığırtkanlık yapanlar misâli davranmadığım için mesajlarında eleştiri mesajları gönderenlere yapıyorum.. Bu gibiler, kalemlerini, zamanlarını, güçlerini boş yere harcamasınlar. ‘Fakir’, doğru olduğuna inandığı müddetçe, kendi yolunda sonuna kadar yürümek kararlılığındadır, inşaallah..