Ukrayna'daki savaş görüntülerinde, namlusunu sivil halka yöneltmiş tanklar zihnimizde bambaşka çağrışımlar yapıyor. Bizim yirmi beş yıl önce yaşadığımız manzaraları bugün Ukrayna halkı yaşıyor! 15 Temmuz benzerliğini de yadsıyamayız ancak müşahede ettiklerimiz tarihsel zamanlama açısından ister istemez bu çağrışımı yapıyor.
Yirmi beş yıl önce 28 Şubat sürecine giden köşe taşlarını bir hatırlayalım...
İnancının gereğini yaşamaya çalışan insanlara karşı tehdit ve hakaret savurmalar, onları kamuya açık alanlardan uzak tutmaya çalışmalar, yönetimde yer alan insanları baskı altına almalar... Ve en nihayetinde Sincan caddelerinde namlusunu halka çevirerek yürüyen tanklar! Hiçbir şeyden haberi olmayan ve gündelik hayatını devam ettirmeye çalışan sivil halka tank namlusuyla gözdağı vermeler...
Ve hemen ardından gelen yasaklar, yasaklar, yasaklar... "Etkisi bin yıl sürecek." diye savrulan tehditler...
İnsanın en temel ve doğal hakkı olan eğitim hakkını gençlerin elinden almalar... Kamusal alanda başta başörtüsü olmak üzere dini simgeleri yasaklamalar... Dindar kimliği ve giyimiyle dolaşanları en temel hak ve özgürlüklerinden menetmeler...
Ukrayna'da şu anda yaşanmakta olan ve sivil halkı en temel ihtiyaçlarından mahrum eden savaşı biz kendi içimizde yirmi beş yıl önce yaşadık.
Evet, yirmi beş yıl önce adına "28 Şubat" dediğimiz süreç bir savaştı aslında. Müslümanlara karşı başlatılan bir savaş!
Onların yaşam alanlarını, inançlarını, değerlerini yok etmeye yönelmiş bir savaş.
Eğitim yuvalarından, kültür sahalarından, kamusal alandan onları ihraç etmeye yönelmiş bir savaş.
O gün gücü elinde bulunduran laik muktedirler acımasız bir savaş sahnelediler. Savunmasız insanların başlarındaki örtüleri hunharca ve kindarca çıkarmaya çalıştılar. Kamu gücünü korumakla yükümlü oldukları insanların üzerine pervasızca tanklar sürdüler. Dökülen gözyaşlarından, kararan umutlardan beslendiler. Keyiflendiler!
Bugün Ukrayna'da yaşananlar nasıl bir "savaş" ise yirmi beş yıl önce jakoben laiklerin dindarlara karşı yürüttükleri acımasızlığın adı da "savaş" idi. Allah, savaşın acımasızlığından bütün insanları korusun!
Savaşın acımasızlığı derken... Evet, savaş acımasız... Hem de olabildiğince...
Ukrayna'da savaşın bu acımasızlığıyla karşılaşan Batı medyasının sarf ettiği şu cümle bu bağlamda tam ibretlik: "Mavi gözlü ve sarı saçlı insanlar ölüyor!"
Suriye'de, Irak'ta, Afganistan'da, Libya'da, Kudüs'te, Bosna'da ve daha birçok dünya ülkesinde ölenler insan değil miydi? İnsan olmak için illaki mavi gözlü ve sarı saçlı mı olmak gerekiyor?
Batı'nın ikiyüzlülüğü işte...
Batı'nın bu ikiyüzlülüğü bir başka olayda daha kendisini gösterdi. Ukrayna'daki savaştan kaçanlar Avrupa ülkeleri tarafından neredeyse sorgusuz sualsiz kabul ediliyor. Ukraynalı sığınmacılara kucak açan Batı; Suriyeli, Iraklı, Afgan mültecilere karşı duvarlar örüyor. Duvar örmek yetmiyor çelme de takıyor.
Batı'ya bu bağlamda söylenecek çok şey var elbet ama son söyleyeceklerimiz şaşkınlıkla izlediğimiz, "Hadi canım sen de...!" hayretini savurmak durumunda kaldığımız kişilere olsun: Eşiyle, kızıyla, ailesiyle 28 Şubat'ın mağdurlarından olduğunu iddia eden kişilerin bugün 28 Şubat'ın piyonlarıyla, aynı tarihte aynı masa etrafında bir araya gelmeleri de tam ibretlik!
28 Şubat'ta mücadelemizin önüne düşenler, bizi kesse doymayacak adamlarla ne yapıyorlar?! Abdestimizden, niyetimizden, tavrımızdan şüphemiz yok. O halde bu kadar bariz uçlara nasıl düştük? Hangi kafeste birbirimizi enseleyeceğiz; oyunu kuran kim?
Söylenmeyen söz kalmamış gibi görünse de mesele anlaşılamamış olduğundan, her söz yeni sayılır düşüncesiyle; Ukrayna savaşından mülhem 28 Şubat'ı hatırladık.
Birkaç cam parçasına elmas değiştirildiği anlaşıldığında sanırım geç olacak!