Cumhuriyet tarihinde bugün yıldönümünde bulunduğunuz 27 Mayıs kadar uğursuz, tatsız ve nursuz bir gün yoktur. Adnan Menderes hükümetini demokrasi yoluyla deviremeyeceğini anlayan bir grup barbar silahlı kuvvetler mensubu, 53 sene evvel bugün maksadını darbe yoluyla gerçekleştirmiştir. Devamında, kendilerine katılmakta istekli bir grup muhalif siyasetçi, bir grup akademisyen, bir grup bürokrat ve elbette de bir grup medya mensubunu ittifaka dahil ederek yeni bir rejim kurmuşlardır. Darbenin Menderes’i tamamen devirmeye yetmeyeceğini anladıklarında bu kez de onun ve arkadaşlarının katline karar vermişlerdir. Demokrat Parti’nin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan asılarak katledilmiştir.
Bu uğursuz ve barbarca teşebbüs ne yazık ki 27 Mayıs’la sınırlı kalmamış ve Türk demokrasisinde 2010 yılına kadar takip eden bir darbe geleneğini başlatmıştır.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat....
Devamında 2003-2006 döneminde planlanan Balyoz, Sarıkız, Ayışığı vb. gibi darbeler... 2008 yılında yine 28 Şubatvari bir yöntemle iktidar partisini kapatma girişimi, 2009 Şubat’ında kaleme alınan ve sonu hükümeti devirmek olduğu aşikar andıç... Hepsi, 27 Mayıs geleneğinin sonuçlarıdır ve zaten son darbe heveslisi generaller de o günlerde Harp Okulu talebesi olan zevattır. O günden bugüne kendilerini memleketin tek sahibi olmaya adamışlardır. Onlar için hukukun, demokrasinin ve insan haklarının gayet tabii ki kıymet-i harbiyesi olmamıştır.
Sivil darbeciler zamanı
Sadece askerler değil... 27 Mayıs 1960’da silahla ve zorla memleket idarisine el koyan Milli Birlik Komitesi güruhuna Menderes’in mutlaka asılması aklını verenler de “sivil” hukukçular ve darbenin sivil yandaşları olmuştur. Bebek-köpek davalarıyla milletin evlatlarının küçük düşürüldüğü Yassıada yargılamaları da malum o sivil hukuk adamlarının aklıydı... CHP de askerin yandaşıydı ve başta İsmet Paşa olmak üzere bu partinin seçkinlerinin 27 Mayıs karnesi de hayırla anılmamaktadır.
Elbette medyanın da... 27 Mayıs medyası tıpkı 28 Şubat medyası gibi askeri çağıran, yalan haberlerle, kurmaca, düzmece vakalarla memlekette darbe zemini yaratmak için kurulmuş bir mekanizmaydı. Bugün demokrasi kahramanı yaftası taşıyan mütevaffa veya yaşayan birçok şöhret vardır ki 27 Mayıs’ta baştan ayağa darbe faşizmini desteklemişlerdir. Yine tıpkı 28 Şubat’taki evlatları gibi...
Seçimler yapıldı, liderler değişti, partiler gitti geldi ama 27 Mayıs zihniyeti, 12 Eylül 2010 referandumuna kadar devlette tek başına iktidarını korudu. Altın hisse, askerin kozmik kasasında saklıydı... Siyasal iktidarlar geçiciliği temsil etmekteydi buna mukabil asker liderliğindeki ittifak kesintisiz olarak devlet iktidarının garantisiydi.
Sistemi esir alan darbe
Böyle olduğu içindir ki ne zaman devlet iktidarı tehlikeye girecek olsa veyahut da ufukta bir tehlike belirse darbe yapmak haklarıydı. 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat bu kendinden menkul hakkın neticeleridir. Çoğu kez de darbeye ihtiyaç duymadan bir demeçle, bir bildiriyle; hatta bazen “isminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir askeri yetkili”marifetiyle maksadı hasıl kılmaktaydılar.
Tayyip Erdoğan ve arkadaşları uzun süren bir demokratik mücadele sonunda askeri, sistemde olması gereken yere çekmeyi başarmışlardır. 12 Eylül 2010 referandumu mücadelenin final sahnelerinden birisidir. Asker, yerine çekilmeye başladığı için dış politikada çeşitlilik, azınlık hakları veya Kürt meselesi gibi memleketin temel kriz alanları da büyük ölçüde çözüme açık hale gelebilmiştir.
Bütün bunları neden anlatıyorum...
Bilelim ve unutmayalım ki demokrasi mücadelesi sadece zor değil aynı zamanda üzerinde Mendereslerin, Zorluların, Polatkanların, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat mağdurlarının kanıolan zor bir süreçtir. Kolay kazanılmamıştır...
Ama ne yazık ki 27 Mayıs’la birllikte sisteme giren, zihinlere bulaşan ve bir ölçüde tabana da yayılan darbecilik bugün bile silinebilmiş değildir. Onca acı
tecrübeye rağmen bırakın askeri, siyasetin içinde bile darbe yapamadığı için askere sitem eden meşru aktörler bulunmaktadır. Askerin kağıttan kaplanlığından yakınan, işlere karışmasını umud edenler çoktur.
28 Şubat davası 'son' umuttur
Bugün darbeler yargılanırken elimizde bu illeti sistemden tümüyle kazımak için değerli bir fırsat olduğunu bilmek zorundayız.
“Darbe” denilen felaketin bu ülkede dört kez tahakkuk ettiğini, sayısız kez de teşebbüs aşamasına kadar geldiğini akıldan çıkarmamalıyız.
Darbecinin asker üniformasıyla birlikte gazeteci, akademisyen, işadamı ve siyasetçi kıyafetiyle de faaliyet gösterdiğini de...
28 Şubat darbesini yargılayan değerli savcılar, hakimler... Zor ve şerefli bir işe soyundunuz. Üstüne üstlük, 28 Şubat’la birlikte bir ittifak geleneğini de yargılamak zorunda olduğunuzu ve geride soru işareti kalırsa bunun insanlığa karşı büyük bir haksızlık olacağını akıldan çıkarmayınız. Toplum dava yorgunu olabilir, medya karartma yapabilir ama hukukçuların yorulmaya ve karanlığa teslim olmaya hakları yoktur. Bu dava sadece askerin değil; siyasetçinin, işadamının ve medyanın da darbeyi bir daha akıldan bile geçirmeyeceği neticeyle noktalanırsa “görülmüş” sayılacaktır.
Gözler, toplumsal ve hukuki meşruiyeti en yüksek dava olan 28 Şubat’ın üzerindedir. 27 Mayıs’tan bugüne ne kadar mesafe aldık, bu dava sayesinde göreceğiz...