“Madem Cumhuriyet gazetesini çıkaranların, Uğur Mumcu suikastının, iddia ettikleri gibi ‘Ortaçağ karanlığı’ deyimi arkasına gizledikleri bir kesim tarafından değil, kendisine çok uzak olmayan birileri tarafından işlendiğini biliyorsun, şunu da söyle: Kendisine çok uzak olmayan birileri kim?”
Sabahın köründe arayan dostuma “Şaka ediyorsun herhalde” dedim.
Türkiye’nin 1993-1998 arası ilginç bir dönemdi; merkezinde ‘Yeşil’ kodadlı tetikçinin bulunduğu, ortalığın suikastlardan geçilmediği, devletin içinde yer alan bazı kişi ve birimlerin birbirleriyle çatıştığı ilginç bir dönem...
Birinin yaptığını diğeri bozuyordu... Birinin koruduğunu öteki vuruyordu... Birinin ‘kahraman’ bildiğine diğeri ‘vatan haini’ muamelesi yapıyordu... Kimin elinin kimin cebinde olduğunu bilmek mümkün değildi; eğer gelişmeleri yakından izleyecek bir noktada bulunmuyor ve merakınız da yoksa...
Meraklıydım ve gelişmeleri Ankara’da olayların merkezindeki kişilere yakın bir noktadan izliyordum...
Güldal Mumcukodadı ‘Yeşil’ olan Mahmut Yıldırım’ın 1996 kurban bayramında elinden tuttuğu iki küçük çocukla evlerine ziyarete geldiğini yazmış... 1993’te işlenen suikastın fâilini söyleyebileceğini ima etmiş; “Her şeyi öğrenmek istiyorum” ısrarına karşılık Başbakanlık ile Çeçenistan’ı anmış ve “Bir gülü de Uğur Bey’in öldürüldüğü yere koyacağım” demiş...
Doğrudur. Kendisini adım adım izlettiren devlet yetkilisi 1996 yılı kurban bayramı öncesinde işbaşına gelen Anayol hükümeti tarafından atamayla Ankara’dan uzaklaştırılmıştı. ‘Yeşil’in kendisini Uğur Mumcu’nun ailesini ziyaret edecek kadar serbest hissetmesini bunun için yadırgamadım.
1995 ‘Yeşil’ için tam bir kâbus yılıydı. Ankara’dan mümkün olduğu kadar uzak duruyor, talimatları Doğu ve Güneydoğu’da icraata dönüştürüyordu. 1995’in Ramazan ayında Ankara’ya geleceği ve sahnelediği bir-iki eylem arasında felekten bir gece çalacağı tutmuş, eğlendiği gece kulübünde varlığını öğrenen polisler kendisini yaka paça Emniyet’e götürmüşlerdi.
Polisler Yeşil’in Ankara’da olduğunu biliyorlardı. Ankara Emniyet müdürü Orhan Taşanlar her akşam iftar için gittiği evinde, ezanla birlikte kendisine iletilen sağda-solda patlama haberlerinin birkaç akşam devam etmesi üzerine, “Bakın bakalım, Yeşil buralarda mı?” kuşkusunu talimata dönüştürmüştü.
Gece kulübünde buldular Yeşil’i... Sabaha karşı nezarethaneden kendisini teslim alan MİT yöneticisi Mehmet Eymür, Yeşil’in fena halde dayak yediğini anlatacaktı yıllar sonra...
‘Yeşil’ bir gece önce Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde ifade vermişti, ertesi gün de MİT’te ifadesi alındı... Şu sözleri MİT’te sarf ettiğini, ifadesi Diyarbakır Savcılığı’na gönderildiği için, biliyoruz: “Benim o Ankara Emniyet Müdürlüğü’ndeki sorgumu iyi araştırın. Orada neler konuşuldu onu öğrenin yeter, başka bir şey istemiyorum. Ben temiz bir işten dolayı karakola düşmem. Bana devletin bir birimi sahip çıktığı an devlet yara alır. Bu benim kendi fikrim: Bana sahip çıktığı an devlet yanar...”
MİT’te alınan ifadesi savcıların elinde, ancak kendisinin bile “İyi araştırın” cümlesiyle önemine işaret ettiği Emniyet’teki ifadesi hiç ortaya çıkmadı. Buradadefalarca yaptığım “Esas o ifadeye bakılsın” uyarılarına rağmen, herhalde ilgililer önemini anlamadıkları için, Orhan Taşanlar’ın aldığı ifadesini Emniyet’ten isteyen çıkmadı.
Anlamam mümkün değil.
Taraflarla ayrı ayrı konuştuğum için bütün bunları biliyorum. Yazdığımda basit ayrıntılardan bazısına itirazlar oldu, onları da buraya taşıdım. Karşıma çıkan tablo o karanlık dönemi biraz daha anlamama yaradı.
O tablo şu: ‘Yeşil’ ve kendilerini James Bond sanan, Bond gibi ellerinde ‘öldürme yetkisi’ bulunan diğer tetikçiler, biraz kendi hesaplarını görürken biraz da kendilerine ulaşan talimatları yerine getiriyorlardı.
Öldürüyorlardı yani...
İnanmayan, TBMM’nin faili meçhul cinayetler, Susurluk ve Uğur Mumcu cinayeti raporları ile Kutlu Savaş’ın Başbakanlık adına yazdığı Susurluk raporuna göz atabilir.
Dostum, “Anladım” dedi. Sizler zaten bunları biliyordunuz.